Akademiyi ve akademisyenleri sık sık eleştiriyoruz. Çoğu zaman akademinin içerisindeki akademik çeteleşmelerden ve akademik yayın süreçlerindeki lobiciliklerden tutun da akademi içerisinde liyakati öncelemeyen öğrenci alım süreçlerinden, öğretim üyesi alım süreçlerine kadar pek çok konu üzerinde çeşitli eleştiriler geliştiriyoruz. Bu bağlamda hem akademiyi hem de eğitimi eleştiren bir kitap kaleme aldım. Eğitim günlükleri isimli blog yazılarım üzerinden kaleme almış olduğum bu kitabı yayımladıktan sonra bahsi geçen serinin devamını da yazmayı düşünüyorum. Bugün burada değinmek istediğim husus ise akademisyenliğin değeri olacak.
Akademi, üzerine eleştirel düşünceler geliştirmeyi hak eden ve kendisini sürekli olarak çağın gerekliliklerine ve yeniliklerine adapte etmesi gereken en önemli bilimsel kurumdur. Fakat burada yapılan eleştiriler akademisyenliğin kendisini değersizleştirmek anlamına gelmemelidir. Akademisyenlik kavramı, vasfı, niteliği yahut mesleği gerçekten çok değerli bir meslek olmakla beraber insanlığın geleceğini inşa eden mesleklerin başında geldiğinin önemle bilinmesi gerekmektedir. Bunu söyleme nedenlerimin başında akademinin literatürdeki değerinden ayrı olarak kendi düşünce sistematiğim içerisinde akademiyi koymuş olduğum yer gelmektedir.
Sosyal bilimler ve doğa bilimleri arasında geçtiğimiz yüzyıllarda epeyce hararetli tartışmalar yaşanmıştı. Bugün dijital etnografi yöntemini kullanarak sosyal medyada gözlemlediğim gruplar içerisinde yahut az çok bilimle ilgilenen insanlar içerisinde dahi hala sosyal bilimlere, yani insanlığın üretmiş olduğu bilgilere bilimsel anlamda ciddi bir şüpheyle yaklaşan bir kitle bulunmaktadır. Bu konuyu daha sonra detaylı bir şekilde açıklamaya çalışacağım ''kültür bilimin konusudur'' isimli bir yazı kaleme alacağım. Devam edecek olursak, burada kendi düşünce sistematiğim içerisinde akademisyenliği çok değerli bir yere koymanın sebebi, günün sonunda uygarlığımızı ve dünyamızı şekillendirecek olan bilimsel, edebi ve felsefi fikirlerin ham maddelerinin en değerlilerinin akademiden geleceğini düşünmemden kaynaklanıyor. İnsan biyolojisinin doğal bir sonucu olarak kültürü üretiyoruz ve gerçekten üretmiş olduğumuz kültür çok karmaşık, indirgenemez ve çoğu zaman tek bir kuram ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdır. İnsan doğanın üretmiş olduğu en karmaşık varlık formlarından bir tanesidir. Ve bu karmaşık varlık formu kendisine yakışır bir şekilde kültür denen karmaşık bir olguyu meydana getirerek, bilim insanlarının işini inceleme ve araştırma anlamında daha da zorlaştırmaktadır. Sosyal bilimlerin esasen yegane problemi budur. Doğa bilimlerindeki kadar yahut klasik fizikteki kadar kolayca açıklanamayacak pek çok kültürel olgu bulunmaktadır.
Burada kültür derken yalnızca sanat, edebiyat yahut felsefi bilgi üretimlerini kastetmiyorum. İnsan elinden çıkmış olan her şey kültürün bir parçasıdır. Bilim, teknoloji, toplumsal kurumlar, dil, tarih, sosyoloji ve daha nicesi. Bu geniş kültür havzunu tek bir insanın yahut kurumun bütünüyle kavrayabilmesi insan ömrünü dikkate aldığımızda pek mümkün görünmemektedir. Kültürel olgularla ilgili genel bir bakış açısı geliştirebiliriz. Fakat tam manasıyla ayrıntılı bir inceleme yapabilmek için kültürün herhangi bir olgusu ve alanı üzerinde uzmanlaşmamız gerekecektir. İşte tam da burada akademisyenliğin önemi ortaya çıkmaktadır. Bir tarihçinin ömrü dünyanın her yerinde yazılmış olan tüm tarih kitaplarını okumaya yetmeyecektir. Bir arkeolog dünyadaki tüm kazıları takip edemeyecektir. Bir dil bilimci var olan tüm dilleri inceleyemeyecektir. Bir sosyolog insanlık tarihi boyunca üretmiş olduğumuz tüm toplumsal yapıları ve ilişkileri çözümleyemeyecektir. İşte tüm bu nedenlerden ötürü uzmanlaşma zorunlu bir durum arz etmektedir. Akademisyenlik insanlığın bilgi dağarcığını parça parça derinleştiren adeta bir medeniyet arkeolojisidir. Her akademisyen içinde yaşamış olduğumuz ve tarihten bu yana süreklilik arz eden büyük insanlık kültürünün bir parçasını inceleyerek bu bilgi birikimine bir katkı sunmaktadır.
Peki bu kadar çalışma ve fedakarlıkla birlikte bilim insanlarının kültürün sadece çok küçük bir parçasının incelenmesi, araştırılması ve anlaşılmasına tüm hayatını adaması sizce ne için yapılıyor? Sadece statü, maaş ve iyi bir yaşam kalitesi veya hayat beklentisi ile bu durum anlaşılabilir mi? Günün sonunda insanlık olarak kültürün üretmiş olduğu tüm bu birikimlerden beslenerek kendi düşünce sistematiğimizi ve evrensel felsefemizi geliştirmek gerektiğini anlamamız icap ediyor. Akademisyenler olmadan bu birikimin inşa edilmesi çok zor bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Bağımsız araştırmacıların bu çalışmalara çok büyük katkıları olmakla beraber kültür denen olgunun sistematik olarak tüm insanlık tarafından incelenebilmesi ve anlaşılabilmesi için gereken maliyetin bir sonucu olarak akademi bir zorunluluktur. Akademisyenler ise bu zorunluluk içerisinde kurumsal olarak çalışmalarını sürdüren araştırmacılardır. Bağımsız araştırmacılar ile tüm bu maliyeti karşılayabilmemiz sistematik inceleme ve araştırmalar kapsamında kolay bir süreç olarak gözükmemektedir. Dolayısıyla kendi düşünce sistematiğim içerisinde akademisyenliğin değeri yalnızca kurumsal bir meslek olmanın ötesine geçmekte, insanlığın varoluşsal yolculuğunun en önemli gözlemcisi, tanığı ve araştırmacısı haline gelmektedir.
Akademinin bürokrasisi ile akademisyenliğin özü arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Burada bahsi geçen öz kültürün araştırılarak ve incelenerek insanlığın varoluşsal yolculuğunun en önemli gözlemcisi, tanığı ve araştırmacısı halini kurumsal araştırmacı olarak gerçekleştirebilmektir. Bu bakımdan kendi düşünce sistematiğim içerisinde tüm araştırmacıların bu öze sahip olması gerektiğini düşünmekle beraber bunun en sistematik halinin kurumsal araştırmacılığın bir parçası olan akademisyenlik ile daha verimli olacağını düşünüyorum. Benim eleştirilerim akademinin yapısal tarafına yöneliktir. Bu eleştiri kültürünün ülkemizde gelişmesi gerekiyor. Sorgulama ve eleştiri felsefenin özü olduğu gibi medeniyetimizi daha ileriye götürebilmemiz için gereken yegane araçtır. Yapılan tüm bu eleştiriler medeniyetimizin gözlemcisi, araştırmacısı, tanığı ve ilerleticisi olması gereken akademisyenlerin kendilerini daha da geliştirebilmesi içindir. Bu durumu anlamadığımız takdirde akademinin yapısal problemleri yüzünden akademisyenliğin kıymetini göz ardı ederek insanlığın kendi kültür üretim ve inceleme sürecini sekteye uğratarak bilimsel kapasitemize zarar vermiş olacak ve medeniyetimizi gerileterek yozlaştırmış olacağız. Eleştirilerin betimsel bir analiz olarak anlaşılması gerekiyor. Eleştirilerimiz mevcut problemleri sadece betimleyecek tarzda olmamalı ve yapıcı çözüm önerilerini de bu eleştirilerin ardından sunabiliyor olmamız gerekiyor. Akademinin geleceğini tartışırken akademisyenliğin özdeğerinin ve ciddiyetinin farkında olmak zorundayız. Tüm bu eylemlere sistematik ve kurumsal düzeyde devam edildiği takdirde medeniyet açısından ilerlememiz her geçen gün daha da hız kazanacaktır. Bağımsız araştırmacılar bu yolculuğa önemli katkılar sunabilse de kurumsal olarak akademi olmadan ilerleme çok daha zor ve yavaş bir hal alacaktır.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan


