Klasik Eserler ve Telif Hakları Üzerine Bir Düşünce

Mehmet Hüseyin Arslan
0

 


İnsanlık tarihi boyunca pek çok kıymetli eser yazıldı. Bu eserler kimi zaman olağanüstü şartlarda toplumsal meselelere çözüm üretebilmek için yazıldı. Kimi zaman ise bir başka kültürün zirveye çıktığı dönemlerde o kültürün düşünce dünyasını yansıtan en önemli eserler olarak kaleme alındılar. Antik Çağ’da ve Orta Çağ’da buna benzer pek çok el yazması eser vardı. Bu kıymetli eserler insanlık tarihinin ortak hafızasını yansıtmaktadırlar ve insanlık tarihinin önemli kilometre taşlarını simgelemektedirler. İslam dünyasından Batı dünyasına ve Uzak Doğu’daki medeniyetlerle birlikte Amerika medeniyetlerine kadar pek çok toplumda bu tür el yazması eserlere rastlamaktayız.

Fakat bazı eserler vardır ki insanlığa mal olmuş olsa da, üzerinden binlerce yıl geçmiş olsa da, bugün dijital ortamda hâlâ açık erişime tabi değiller ve istediğimiz zaman bunlara ulaşamıyoruz. Oysa bu metinler üzerinden yüzlerce ve hatta binlerce yıl geçmesine rağmen günümüzün yayımcılarına ve tercümanlarına yazarları tarafından verilmiş bir telif sözleşmesi ile sınırlandırılmış değiller.

Yakın bir zamanda İslam tarihi üzerine yapmış olduğum bir araştırma sırasında Harzemli Mutezile âlimi olan Zemahşerî’nin bir kitabını incelemek gereksinimi hasıl olmuştu. Fakat bu kitabın dijital ortamda herhangi bir açık erişim yoluyla orijinaline veya tercümesine ulaşamadım. Neredeyse eserin kendisine ulaşmak imkânsızdı. O an oturup kendi kendime şunu sordum: Zemahşerî gibi bir İslam âlimi bugün yaşasa ve bu kitabı yazsa, bir yayınevine “Benim eserimin telif hakkı sonsuza kadar size aittir, istediğiniz gibi bu eser üzerinden para kazanabilirsiniz” der miydi? Bir yazar olarak en çok korktuğum şey, varoluşsal krizler ve mücadeleler içerisinde yazmış olduğum metinlerin telif hakkının bu dünyadan göçüp gittikten sonra bir başkasına ait olması ve insanların bu metinler üzerinden para kazanmasıdır. Bu gerçekten benim için korkunç bir şey olurdu.

Elbette ki her bilgin, düşünür, yazar, âlim ve bilim insanı kendi yaşamış olduğu dönem içerisinde düşüncesini paylaşmak ve ekolünü yaşatmak için eserler kaleme almıştır. Fakat bugün geldiğimiz noktada birileri bu klasik eserler üzerinden çeviri yapmak ya da basım hakkını almak suretiyle binlerce yıllık eserleri adeta özel mülkiyet hâline getiriyorlar. Hoş, gerçi basım hakkını kimden ve nasıl aldıklarını gerçekten merak ediyorum. Örneğin Platon veya Aristoteles’in eserleri için bugün telif hakkına kim sahip olabilir? Veya İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi çeşitli İslam bilginleri ve âlimleri üzerinden de konuyu düşünebiliriz. Yayınevleri bu kıymetli yazarların eserlerinin telif haklarını gerçekten kimlerden aldılar, açıkçası bunu çok merak ediyorum. Elbette ki çevirmenlerin ve yayınevlerinin emeklerine büyük bir saygım var.

Fakat bu emeğin sınırsız bir şekilde ve dünyanın sonuna kadar herhangi bir tekelin elinde tutulması fikri beni gerçekten rahatsız ediyor. Bir çeviri birkaç yıl boyunca satışta kalabilir, çevirmen ve yayınevi bundan emeğinin karşılığını alarak kâr elde edebilir. Burada bir problem yok. Fakat bu sürenin sonu nerede bitiyor? Bunu gerçekten çok merak ediyorum. Veya sırf bir klasik eseri çevirdiği için bir tercüman ve sırf o eseri yayımladığı için bir yayınevi sonsuza kadar o eser üzerinde hak sahibi olabilir mi? Örneğin Zemahşerî’nin aradığım kitabı hakkında şunu düşündüm: Zemahşerî gibi bir İslam âlimi eserinin bu şekilde hiç görmediği ve hiç tanışmadığı tercümanlar ve yayınevlerinin elinde tutulmasını kabul eder miydi? Gerçekten ilginç bir soru bence. Bu tür eserler yayımcıları tarafından üzerinden belli bir süre geçtikten sonra neden açık erişim yolu ile insanlığın hizmetine sunulmaz gerçekten anlamlandıramıyorum.

Sonuçta bu kitapları döneminin filozofları, bilginleri, âlimleri ve bilim insanları yazdı. Çevirmenler ya da yayınevleri bu kitapları yazmadı. Bin yıl önce yazılmış bir düşünceyi bizlere aktaran değerli çevirmenler ve yayınevleri elbette ki emeklerinin karşılığını almayı hak ediyor. Fakat buradaki asıl mesele bilginin yayılması ile ticaret arasındaki dengeye geliyor. Bir yazar olarak kendi yazarlık kariyerimde farklı bir yol izlemek istiyorum. Kitaplarımı yazıyorum ve bunları dijital olarak paylaşarak bundan gerçekten keyif alıyorum. Fakat örnek olay incelemesi olarak Fikirle Var Olmak isimli kitabımı ele alalım. Bu kitap üzerinden yüzlerce yıl sonra veya onlarca yıl sonra herhangi bir yayınevinin gerçekten para kazanmasını istemezdim. Çünkü bu kitabın yazılmış olduğu dönem içerisinde gerçekten farklı ruh hâlleri içerisindeydim. Hayatın farklı bir yüzü ile karşı karşıyaydım. Geriye dönüp baktığımda ve düşündüğümde, benim o dönem varoluşumu anlamlandırabilmek için yapmış olduğum bir çaba üzerinden bir başkasının gelir elde ediyor olabilmesini gerçekten kaldıramazdım. Bir kere bu benim varoluşuma bir saygısızlık olurdu.

Dijital kitaplarım konusunda Amazon benzeri bir sistemin varlığının Türkiye’de olmasını gerçekten çok isterdim. İsteyen kitabı dijital olarak okusun, isteyen ise basılı olarak eline alabilsin. Burada basım sürecini üstlenecek olan yayınevi, basım maliyetlerini karşılayarak bunun üzerinden kâr elde edebilir elbette. Ben burada herhangi bir telif hakkı istemezdim açıkçası. Fakat Türkiye’de tam olarak böyle bir sistem yok. Evet, kendi kendine yayıncılık yapabileceğimiz çeşitli platformlar var. Fakat bunlar da yazarlara sunmuş oldukları sözleşmelerde kitabın başlığından kitabın içerisindeki herhangi bir bölüme kadar içeriği istedikleri şekilde kaldırabilmekten tutun da neredeyse kitabın tamamına sahip oluyormuş gibi sözleşmeler dayatıyorlar. Ve bu, bir yazar için özellikle bağımsız ve özgür düşünceyi benimsemiş, bağımsız yayıncılık yapmak isteyen birisi için oldukça kabul edilemez bir durum.

Bence asıl mesele bilginin ve fikirlerin dolaşımda olması, düşüncenin zincirlenmeden ve mümkün olabilecek en iyi şekilde ticarileşmeden paylaşılabilmesi. Örneğin bugün Google altyapısını kullanarak bu yazılarımı yazıyorum. Elbette ki Google bundan bir yerden sonra kâr elde etmek isteyebilir. Ben şu an kendi blogumda reklamları açmamış bulunuyorum. Açmayı da düşünmüyorum. Fakat Google platformunu kullandığım için bu platform bir süre sonra bundan gelir elde etmek isteyebilir. Elbette ki bunu anlıyorum. Fakat kendi üretmiş olduğum metinlerin telif hakkının sırf birileri yayım araçlarına sahip olduğu için sonsuza kadar başkasının elinde kalmasını bir türlü kabul edemiyorum. Çünkü mantıklı bir şekilde bunun gerekçelendirilmesinin yapıldığını göremiyorum. Yani gerçekten bu durum kabul edilebilecek bir şey gibi gözükmüyor.

O yüzden şu an için neredeyse yazarlıkla ilgili tüm çalışmalarımı dijital ortama kaydırmış durumdayım. Araştırma kitaplarım için ise hâlâ bazı şüphelerim olmakla beraber birtakım aydınlatılması gereken düşünceler olduğu için şu an orada tam olarak dijital alana mı kayacağım, yoksa dijital ve basılı kitap yayımcılığını birlikte mi yürüteceğim buna karar vermem gerekiyor. Daha önce yayımlamış olduğum bir araştırma kitabım bulunuyor. Buradan elde ettiğim bazı tecrübeler ve deneyimler var. Araştırma kitaplarımın kütüphanelerde ve arşivlerde olmasını gerçekten çok isterdim. Fakat ne yazık ki yayımlanması için dahi kendi cebimden para ödediğim ve yine kendi cebimden ödeyerek elde ettiğim kitapların kütüphanelere gönderilmesi sürecini bizzat üstlenmiş bir yazar ve araştırmacı olarak, gönderilen kitapların akıbetinin çoğu zaman meçhul olması beni gerçekten üzüyor. O yüzden şu an için burada tam olarak ne yapacağıma karar vermem gerekiyor. Bir yazar için en büyük keyiflerden birisi kitabını basılı olarak elinde tutması ve karşısına almasıdır. Fakat içinde bulunduğum şartlar ve yayımcılık alanındaki bahsetmiş olduğum bu problemler beni araştırma alanında da tamamen dijitale doğru kaymaya mecbur ediyor.

Sonuç olarak yazmış olduğum kitapları ve metinleri bir emek sarf ederek ben yazıyorum ve bunun üzerinde söz sahibi olan yine ben olmalıyım. Elbette ki kullanmış olduğumuz yayın araçları vasıtasıyla bu yayın araçlarına sahip olan tüzel kişiliklerin veya gerçek kişilerin bir kâr elde edebilmesi fikrini anlıyorum. Fakat yazmış olduğum bir kitapta başlıktan içindeki herhangi bir şeye kadar istedikleri gibi değiştirebilme ve oynama hakkına yayınevlerinin sahip olabilmelerini kabullenemiyorum. Böyle bir durum gerçekten kabullenilebilir mi? Düşünün ki siz emek veriyorsunuz, günlerinizi, saatlerinizi harcıyorsunuz ve bir araştırma kitabı yazıyorsunuz veya deneme tarzında bir düşünce kitabı yazıyorsunuz ve birileri sırf o yayın araçlarına sahip olduğu için sizin üretmiş olduğunuz metinler üzerinde neredeyse sınırsız bir özgürlüğe sahip oluyor. Burada gerçekten Marksist düşünceye kaymamak elde değil. Çünkü bahsedilen bu durum adil değil ve bu durum ciddi bir emek sömürüsüdür.

Benim yazılarımın bir başkası tarafından elde edilebilecek telif hakkı olamaz, olmamalı. Ben burada insanlara ilham verebilmek, evrensel bilgi birikimine katkı sunabilmek, türümü ilerletebilmek ve özelde ise ülkeme ve insanlarıma bir katkı sunabilmek için çabalıyorum. Bir gün eserlerim bir başkasının yolunu aydınlatacaksa bunun önünde hiçbir ticari zincir olmamalı. Çünkü fikir özgürce paylaşıldığı müddetçe yaşar. Çok aşırıya kaçmamak şartıyla bu eserlerin yayınlanmış olduğu platformlar elbette ki bazı gelirler elde edebilirler. Çünkü şu an için her ne kadar Blogger altyapısını ücretsiz olarak kullanıyor olsam da, belki de bir gün insanlık olarak fikirlerimizi ücretsiz bir şekilde yayınlayabileceğimiz hiçbir platform bulamayacağız. Bu gibi durumlara karşı bazı toleranslar tanınabilir, fakat bir metin üzerinde hiçbir kurum yazardan daha fazla söz sahibi olmamalı. Sırf bunun için bağımsız yazarlık yolunda ilerliyorum ve aslında akademide de aynı sorunlarla karşılaşıyorum. Yine akademide de buna benzer sorunlar olduğu için Bağımsız Bilim ve Felsefe Araştırmaları Topluluğu'nu kurdum. Elbette ki akademik hayatım boyunca belirli resmî kurumlarla iş yapmak ve ilerlemek durumunda kalacağım. Fakat akademik çalışmalarımı da bağımsız olarak açık erişim ve açık bilim ilkeleriyle yapmak istiyorum.

Teknoloji günden güne hızla gelişiyor. Umarım bu tür problemlerin çözümü için elverişli yöntemler bulabiliriz ve bunları geliştirmeye devam edebiliriz. Bilginin özgürce dolaşımda olması gerekiyor. Tabii ki üretilen bu bilgilerden dolayı araştırmacıların ve bilgi üreticilerinin bir çeşit karşılık alması ve beklemesi doğal olabilir. Fakat ben yaptığım işi felsefe olarak görüyorum. Bir hakikat sevgisi ve bilgelik sevgisi olarak ele alıyorum. O yüzden benim için bu durumun maddiyat yönü ile alakalı çok fazla bir önemi yok aslında. Ben elimden geldiğince hayatım boyunca eğitim almış olduğum alanlarda ve ilgilendiğim alanlarda insanlığın evrensel bilgi birikimine bir katkı sunabilmek istiyorum. Tüm çabalarım ve amacım sadece bu yönde. O yüzden benim kişisel duruşum ve felsefe olarak gördüğüm tüm bu serüvenden herhangi bir çıkar elde etme amacı içerisinde değilim.


Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default