Eğitim: Statü Aracı mı, İnsanlık ve Medeniyet İçin Bir Yol mu?

Mehmet Hüseyin Arslan
0


 Eğitimin en temel amacı, bireyi topluma kazandırmak ve medeniyetin gelişimine katkıda bulunmaktır. Dolayısıyla eğitimin felsefi ve sosyolojik temelleri vardır. Fakat günümüzde eğitim, bir statü göstergesi olarak algılanmaya başlamış ve bununla beraber hiyerarşik bir yapıya bürünmüştür. Özellikle akademideki hiyerarşi, bireylerin bilgi ve yetkinliklerini ölçmekten çok, sahip olunan unvanlara göre değer biçilen bir sisteme dönüşmüştür.

Bu hiyerarşik yapı, yukarıdan aşağıya doğru akademisyenlerden öğrencilere kadar sirayet etmiştir. Örneğin, tezli yüksek lisans yapan öğrenciler, tezsiz yüksek lisans yapanları yetersiz görmektedir. Halbuki tezsiz yüksek lisans yapmanın amacı akademisyen olmak değildir. Birey, akademisyen olmayı hedeflemiyorsa, alanında kendisine yeni bir şeyler katabilmek için tezsiz yüksek lisans yapması daha uygun bir hedef olacaktır. Yine doktora mezunları, yüksek lisans yapanlara üstünlük kurmaya çalışmakta, öğretim üyeleri ise akademik kadrolarda yer almayan doktoralı emekçileri küçümsemektedir. Bu hiyerarşik yapı, silsile halinde doçentler ve profesörler arasında da devam etmekte olup kıdem farklarını statüye dayalı bir yarış hâline dönüştürmektedir. Ne yazık ki akademide yükselmek, bilimsel katkı sağlamaktan çok, statü elde etmenin bir yolu hâline gelmiştir.

Bu durum yalnızca akademi ile sınırlı kalmamaktadır. Eğitimi bir statü ve sosyal kast sistemine dönüştüren kimseler, bunu eğitimin her kademesine sirayet ettirmiştir. Örneğin, örgün eğitim gören öğrenciler, yapay zekâ ve bilişim çağında olmamıza rağmen, açık öğretim yoluyla eğitim alan bireyleri küçümsemekte, onları yetersiz görmekte ve diplomalarını değersizleştirme çabası içerisine girmektedir. Sadece bununla da kalmayıp, hayat boyu öğrenimi ve açık öğretimi engelleme yoluna gitmektedirler. Fen-Edebiyat Fakültesi mezunu bir tarihçi olarak hiçbir zaman açık öğretimden tarih okuyanlara karşı statümü koruma çabam olmadı. Fakat KPSS kurslarında çalışan bir hocanın, anlamsız bir şekilde açık öğretim fakültelerinin kapatılması gerektiğini ve buradan mezun olan tarihçilerin olmaması gerektiğini ima ettiğini çok net bir şekilde hatırlıyorum. Bu şahıs, sözde öğretmen olacak, bulunduğu konumda rahat bir şekilde konuşurken eğitimin yaşam boyu gerekli olduğunu savunacak; ancak örgün öğretimin dışında eğitim alan insanların eğitimini engellemeye çalışacak. Daha da kötüsü, bunun gibiler hiçbir şekilde teknolojiye ayak uydurmayarak çağın gerisinde kalacaklar. Düşünebiliyor musunuz? Bunların hepsi sözde eğitimci ve öğretmen!

Oysa günümüzde teknoloji sayesinde bilgiye erişim hiç olmadığı kadar kolaylaşmıştır. Nitekim öğrenciler de köhnemiş öğretim yöntemlerinden yeterli verimi alamamaktadır. Bu bağlamda teknolojinin sunduğu imkânlar sayesinde bilgiyi çok daha hızlı ve etkin bir şekilde öğrenmektedirler. Eğitim artık belirli bir mekâna veya zamana bağlı kalmaksızın, bireylerin hayat boyu sürdürebileceği bir süreç hâline gelmiştir. Fakat tüm bunlara rağmen, geleneksel eğitim anlayışına sahip sözde eğitimciler, bireylerin yalnızca belirli kurumlar ve unvanlar aracılığıyla eğitim almasını savunarak yaşam boyu öğrenme deneyimini engellemeye çalışmaktadır.

Eğitimi bir statü aracı olarak görenler, bugün diplomalı işsizler ordusu olarak değişen dünya düzeninde büyük bir hayal kırıklığına uğramaktadır. Eğitim, yalnızca diplomalar ve unvanlarla sınırlı kalmamalı; bireylerin becerilerini, üretkenliğini ve yaratıcılığını ön plana çıkarmalıdır. Bugün sayısı yüz binleri bulan diplomalı işsizlerin varlığı, eğitim sisteminin temel işlevini kaybettiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Eğitimi bir sosyal kast sistemine dönüştüren ve statülerini korumaya çalışan kimseler, zamanla eğitimin köklü değişimlere uğrayacağını ve bir unvana sahip olmanın yeterli olmayacağını er ya da geç fark edecektir.

Bugün yapay zekâ ile birlikte öğretmenliğin ve belki de akademisyenliğin yok olacağı ya da çok az bir yetişmiş insan gücü ile yürütülebileceği gerçeğinin farkında değiller. Teknolojide yaşanan gelişmeler sayesinde bu süreç çok da uzak görünmemektedir.

Yazımın girişinde eğitimin felsefi ve sosyolojik temelleri olduğuna değinerek çok önemli gördüğüm bir noktayı vurgulamıştım. Bugün eğitimi bir statü göstergesi hâline getirenler, bireylerin kendilerini geliştirmesi ve topluma katkı sağlaması için alması gereken eğitimi engelleme çabası içerisindedir. İdeal ve toplumsal bir işlevi olmayan eğitim, sadece kalifiye işçi yetiştirmeye yarar. Nitekim Türkiye’de son zamanlarda yaşanan iş gücü sıkıntılarından dolayı bazı sözde eğitimciler, liselerin zorunlu olmaktan çıkarılarak çocukların sanayiye yönlendirilmesi şeklinde bir çözüm önermektedir.

Eğitim müfredatlarında yazan felsefi temellerin ve öğretmenlerin dillerinden düşürmedikleri “eğitimin önemi” söylemlerinin, gerçekten hak edildiği gibi anlaşıldığını düşünmüyorum. Şayet bu durum gerektiği gibi anlaşılsaydı, eğitimci olduğunu söyleyen bireyler, 13-14 yaşındaki çocukların eğitim hakkını onların kişisel tercihine bırakmaz, onları çocuk işçiliğine yönlendirmezdi. Eğitimi yalnızca bir prestij unsuru olarak görenler, değişen dünya dengeleri karşısında büyük bir çıkmazın içerisine gireceklerdir. Burada asıl önemli olan, yaşam boyu öğrenmeye açık olmak ve bilgiyi bir güç olarak kullanabilmektir. Bilgi çağında önemli olan, unvanlar değil, bireylerin bilgiye ulaşma, kullanma ve öğretme kapasitesidir.

Ellerine verilen müfredatı uygulamaktan başka bir şey yapmayan sözde eğitimciler bunu çok net bir şekilde anlamalıdır. Şayet toplumda eğitimin gerçekten felsefi bir amacı olsaydı, idealist olması gereken eğitimciler, eğitimi kalifiye işçi yetiştirmeye ve statü göstergesi hâline getirmeye çalışmazdı. Bugün eğitimin, toplumsal yaşamda insan olabilmemiz ve medeniyetimizi geliştirebilmemiz için gereken niteliklerden uzak olduğu görülmektedir. Tabii ki bunun nedeni, eğitimin gerçekten söylendiği gibi bir felsefi temelinin olmamasıdır. Eğer böyle bir felsefi temel gerçekten olsaydı ve eğitimciler tarafından idrak edilseydi, bugün ellerindeki müfredatların en büyük eleştirmenleri kendileri olurdu.

Toparlayacak olursak, eğitim, beşeri insan yapabilme sanatıdır. Bir statü göstergesine indirildiği takdirde manasını kaybeder ve beşeri insan yapabilmek için hiçbir anlamı ve önemi kalmaz. Bugün hâlâ statülerini korumaya çalışanlar, gelecekte bu statülerini büyük oranda kaybedeceklerdir. Özgürce bilgiye ulaşma ve erişme fırsatımızın olduğu bu çağda, kendi statülerini korumak pahasına başkalarının eğitim hakkını engellemek, hatta eğitimin en temel direği olan ortaöğretimi zorunlu olmaktan çıkararak çocukları işçiliğe yönlendirmek tam anlamıyla bir bağnazlıktır. Felsefi bir temeli olmayan eğitimin, insanlık ve medeniyet için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Dolayısıyla, bilgiye özgürce ulaşabildiğimiz bu teknoloji çağında, kurumsallaşmış hiyerarşik yapıların statülerini koruma uğruna bireylerin eğitim hakkını engelleme çabasına bir son vermesi gerekmektedir.


Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan 






Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default