Lise Eğitiminin Zorunluluk Statüsünden Çıkarılması

Mehmet Hüseyin Arslan
0


 

Son zamanlarda Türkiye’de lise eğitiminin zorunluluk statüsünden çıkarılması tartışılmaktadır. Bu önerinin gerekçesi olarak ortaya sunulan argümanlar ise öğrencilerin önemli bir kısmının okumak istemiyor olması ve sanayi ihtiyaçlarına yönelik yetiştirilecek çırak ve kalfa sayısının istenen düzeyde olmamasıdır. Bu öneriyi bilinçsizce savunan öğretmenler ve hatta akademisyenler bulunmaktadır. Bu akademisyenler arasında, ülkenin sözde en iyi eğitim fakültesi olduğu iddia edilen Gazi Eğitim Fakültesi’nden akademisyenler de yer almaktadır. Sosyal medyada influencerlık yapan bu akademisyenlerin ve öğretmenlerin savunduğu bu düşüncenin temelinde, eğitimin toplumsal boyutunun ve felsefi boyutunun göz ardı edilmesi ile birlikte, geri dönüşü çok zor sonuçlara yol açabilecek bir potansiyel taşıdığının farkında olduklarını düşünmüyorum. Şayet farkında olmalarına rağmen bu düşünceyi ısrarla savunuyorlarsa, durum sanılandan çok daha ciddi boyutlara ulaşmış demektir.

Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi, bireyleri topluma kazandırma noktasında ciddi eksiklikler yaşamaktadır. Yıllarca verilen eğitim sonucunda çocuklara bilimsel ve felsefi düşünmeyi öğretemeyen ve onları yalnızca sınav başarısına odaklayan bir sistem ile eğitim verildiği düşünülmektedir. Buradaki eksikliklerin giderilmesi gerekirken, ortaya çıkan tartışmalarda lise eğitiminin tamamen zorunlu olmaktan çıkarılması fikri ortaya atılmaktadır. Mevcut eğitim sistemini güçlendirmek yerine, iş piyasasında çırak kalmadığı gerekçesiyle 13-14 yaşındaki çocukları sanayiye yönlendirmeyi meşru gören düşünceler ortalığa saçılmaktadır. Burada iş piyasasının ve sanayinin ihtiyaçlarını eğitim politikalarının önüne koyan ve çocukları ucuz iş gücü olarak gören tehlikeli bir zihniyet bulunmaktadır. Maalesef ki bu zihniyetin içerisinde, sözde ülkenin en iyi eğitim kurumlarının başında olan yöneticilerden akademisyenlere ve hatta öğretmenlere kadar pek çok kişi bulunmaktadır. Eğitim sisteminin gelmiş olduğu bu noktada öğretmenlerin ve akademisyenlerin payı hep göz ardı edilmektedir. Eğitim sisteminin sorunlarını sistemde değil de doğrudan çocuklarda arayan bir bakış açısı ile hareket eden bu kimseler, eğitimi birey odaklı değil, otorite odaklı bir hale getirmektedir. Öğretmenlerin büyük bir kısmı yalnızca müfredatı uygulayan teknik elemanlar haline dönüşmüşken, eğitimin içeriği ve amacı üzerinde ciddi bir tartışma yürütülememektedir. Sistemin bozuk yapısına uyum sağlamayı tercih eden akademisyenler ve öğretmenler, yaşanan bu gelişmeler karşısında her zaman olduğu gibi susmayı tercih etmektedirler. Ayrıca eğitim politikaları üzerinde etkisi olması beklenen akademisyenler, bu önerileri eleştirmek yerine destekleyerek sorunu daha da derinleştirmektedirler.

Üniversitelerin içini boşaltan, adam kayırmacılığı bir gelenek haline getiren, liyakat yerine hocanın istediği öğrenciyle çalışma hakkı vardır diyerek akademik köhnemişliği ve yozlaşmayı savunan, akademik kadro ilanları adrese teslim olan ve bunu kurum içi yükselme olarak savunmaya çalışan; ancak ilanların neden genel ilan kadrosundan çıktığını sorgulayamayan ve çoğunluğu birtakım bağlantıları sayesinde üniversitede bir yerlere gelmiş olan bu sözde bilim insanları — ki bilimin ne olduğunu tartışacak olursak, muhtemelen pek çoğunun bilim insanı olmadığına kanaat getirebiliriz — şimdi ise eğitimin temel direklerinden biri olan ortaöğretimin içini de boşaltmaya kararlı gibi gözükmektedirler.

Burada eğer amaç iş gücü ihtiyacını karşılamaksa ve problemimiz bu ise, bunun çözümü neden lise eğitimini kaldırmak yerine meslek liselerini güçlendirmek değil diye düşünmemiz gerekiyor. Bugün Avrupa’da birçok ülke, meslek liselerini teşvik ederek gençleri sanayiye daha bilinçli ve donanımlı bir şekilde hazırlarken, Türkiye’de meslek liseleri yıllardır ihmal edilmektedir. Meslek öğreniminin bu kadar önemli olduğu söylenen bir ortamda, meslek liselerinin neden yıllarca ihmal edildiği ve öğrenci profilleri içerisinde en düşük profile sahip bireylerin bu liselere yönlendirilerek meslek eğitiminin hiçe sayıldığı dönemler ayrıca tartışılmalıdır.

Ek olarak, önemli olan sadece meslek sahibi olmaksa ve bireyin toplumun bir üyesi olabilmesi için topluma kazandırılması önemsiz bir konu ise, üniversiteler dahil çoğu eğitim kurumunu kapatmamız gerekiyor. Eğer eğitim, bireyin dünyayı anlama, eleştirel düşünme, haklarını bilme ve kendini ifade edebilme yeteneğini geliştirmenin bir parçası olarak görülmüyorsa, eğitimi tamamen zorunlu olmaktan çıkaralım. Öyleyse zorunlu eğitimin kaldırılması ile birlikte bireyin bu temel kazanımları nasıl elde edebileceğini, sanırım bu fikre çanak tutan akademisyenler ve öğretmenler açıklayabilecektir. Zannediyorum ki sosyoloji, sosyal psikoloji ve psikolojiyi doğrudan ilgilendirecek sonuçlara gebe olan bu fikri önermeyi düşünürken almış oldukları sözde disiplinlerarası eğitim ile birlikte bu alanlarda ortaya çıkacak olan problemlere de çözüm önerisi geliştirmiş olmalılar. Ergenliğin hemen başında olan bireylerin soyut düşünebilme, neden ve sonuç ilişkisini anlayabilme, analitik düşünebilme becerilerinin edinilmesinin yanı sıra gelişim görevlerini nasıl tamamlayacakları birer muamma olarak ortada durmaktadır. Bu hanımefendiler ve beyefendiler, yıllarca almış oldukları pedagojik eğitim ile birlikte bunları öğrenememiş olmalı ki böyle bir öneride bulunabiliyorlar. Ya da lise eğitiminin tamamen zorunluluk kapsamından çıkarılarak oluşacak eğitim eksikliğinin informal eğitim süreci içerisinde sokaklardan daha iyi bir şekilde edinilmesinin bir yolunu keşfetmiş olmalılar.

Önemle değinilmesi gereken bir başka konu ise, ülkemizde yüzlerce toplum bilimci yani sosyolog olmasına rağmen toplumu ilgilendiren çoğu konuda neredeyse hiçbir zaman onlara danışılmadığı problemidir. Toplum olabilmenin ve toplumsal ilerlemenin yegâne yolu eğitimden geçerken, eğitimi yalnızca ekonomik bir araç olarak gören ve insan gelişimini hiçe sayan yanlış politikalarla ülkemizin geleceğine dinamit döşenmektedir. Yıllarca pedagojik eğitim aldığını söyleyen öğretmenlerin ve pedagojik eğitim verdiğini iddia eden akademisyenlerin böylesi düşüncelere kapılması gerçekten talihsiz bir durumdur. Bireyin insan olarak olgunlaşmasının hemen başında verilen lise eğitimi, insan yetiştirmek için büyük bir önem taşımaktadır. Ergenliğin hemen sonrasında, genç yetişkinlik çağı olarak tabir edilen dönemde bireyler, uzmanlaşmak istedikleri alana yönelik üniversite eğitimi alırlar. Dolayısıyla burada alınan eğitim tamamen uzmanlaşmaya yöneliktir. Ancak ortaöğretimde verilen eğitim, daha genel kapsamlı olmakla beraber bunun yeterli olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Lise eğitimi dışında bireylere tüm disiplinlerden genel bir eğitim verilmemektedir. Dolayısıyla eğitimin temel direği olması gereken ortaöğretim eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılması düşünülemez.

Yaşam boyu eğitim mottosunu dillerinden düşürmeyen eğitimcilerin, bireyin yetişkinliğe geçiş aşamasında olduğu ve henüz düşünme becerilerini dahi mükemmel hale getiremediği bir dönemde, eğitim gibi ciddi bir konunun çocukların tercihine bırakılabileceğini ima etmeleri ve istemeyenin okumak zorunda olmadığını söylemesi, insanı gerçekten hayretler içerisinde bırakan bir durumdur. 18 yaşına kadar tek başına karar alabilmesine yasalar çerçevesinde izin verilmeyen çocukların, eğitim gibi hayatlarının tamamını ilgilendiren bir konuda salahiyet sahibi olabileceğini düşünmek, eğitimcilere yakışmıyor. Sosyal medyanın gazına gelerek sonuçları nereye varacağı düşünülmeyen önermelerde bulunmak, ülkemizin kronik bir sorunu haline gelmiştir.

Sosyolojik açıdan değerlendirilecek olursa, eğitimin bireyin sınıf atlamasından, sosyal hareketliliğine ve toplumsal eşitliğin sağlanmasına kadar pek çok kritik rol oynadığı bilinmektedir. Burada düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitim ile daha iyi bir yaşamın kapısını açabilmelerine imkân tanınırken, zorunlu lise eğitiminin kaldırılmasıyla dezavantajlı kesimlerin eğitimden uzaklaşacağı gerçeği hiçbir şekilde hesaba katılmamaktadır. Sosyolojik olarak sınıfsal uçurumları derinleştirecek ve fırsat eşitliğini bozacak olan bu durumun sonuçlarının çok daha kapsamlı bir şekilde düşünülmesi gerekir. Durum böyleyken sosyal medyadan yükselen tepkilere göre yönetilen kurumlarımız, politikalarımız ve eğitim süreçlerimiz bulunmaktadır.

Burada asıl meselenin eğitim sisteminde olan eksikliklerde olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Yakın bir zamanda meslek eğitimleri ve meslek liselerine yönelik bir takım umut vadeden adımlar atılmış olsa da bunun daha da geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizin üretim gücünde oluşan eksiklikler, gençlerin eğitimden tamamen kopartılarak üretim süreçlerine yönlendirilmesi ile çözülmemelidir. Meslek liseleri eğitimini güçlendirdiğimiz takdirde, üretim süreçlerine oldukça fayda sağlayabilecek bir duruma gelebiliriz. Burada meslek eğitimleri devam ederken, gençlerimizin birey olabilme, toplum içerisinde yaşayabilme ve bilimsel düşünebilme gibi sosyal becerilerini geliştirmeye yönelik adımlar atılmalıdır. Meslek eğitimleri ile normal eğitim süreci birbirine entegre edilerek yürütülmelidir. Bu durum haricinde, gençleri eğitim sürecinden tamamen koparmaya yönelik olarak geliştirilecek bir yaklaşım sosyolojik açıdan ciddi potansiyel riskleri olan bir tehlikedir.

Ayrıca ergenlik çağındaki bireylerin eğitim sürecinden tamamen koparılmasının ortaya çıkaracağı sonuçların pedagojik açıdan incelenmesi gerekmektedir. Burada aklı selim eğitimcilerin ve öğretmenlerin, bunun doğuracağı potansiyel riskleri toplumun geri kalanına ve kamuoyuna net bir şekilde açıklaması gerekiyor.

Sosyolojik, felsefi ve tarihsel açıdan değerlendirildiğinde, alınacak bu yanlış kararın toplumsal eşitsizlikleri artıracağı, bireyin gelişimini engelleyeceği ve Türkiye’yi geriye götüreceği açıktır. Tarih boyunca pek çok düşünür, filozof, yazar ve sosyal bilimci eğitimin önemine değinmiştir. Eğitim kurumsal bir çerçevenin ardından yaşam boyu devam etmesi gereken bir süreç iken, henüz gelişim çağında olan çocukların eğitimden koparılmasını düşünmek toplumsal anlamda bir yıkımla sonuçlanacaktır. Eğitim toplumun geleceğidir; onu geriye değil, ileriye taşımalıyız.


Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan 


 


 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default