Son zamanlarda Türkiye’de lise eğitiminin zorunluluk statüsünden çıkarılması
tartışılmaktadır. Bu önerinin gerekçesi olarak ortaya sunulan argümanlar ise
öğrencilerin önemli bir kısmının okumak istemiyor olması ve sanayi
ihtiyaçlarına yönelik yetiştirilecek çırak ve kalfa sayısının istenen
düzeyde olmamasıdır. Bu öneriyi bilinçsizce savunan öğretmenler ve hatta
akademisyenler bulunmaktadır. Bu akademisyenler arasında, ülkenin sözde en iyi
eğitim fakültesi olduğu iddia edilen Gazi Eğitim Fakültesi’nden akademisyenler
de yer almaktadır. Sosyal medyada influencerlık yapan bu akademisyenlerin ve
öğretmenlerin savunduğu bu düşüncenin temelinde, eğitimin toplumsal boyutunun
ve felsefi boyutunun göz ardı edilmesi ile birlikte, geri dönüşü çok zor
sonuçlara yol açabilecek bir potansiyel taşıdığının farkında olduklarını
düşünmüyorum. Şayet farkında olmalarına rağmen bu düşünceyi ısrarla
savunuyorlarsa, durum sanılandan çok daha ciddi boyutlara ulaşmış demektir.
Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi, bireyleri
topluma kazandırma noktasında ciddi eksiklikler yaşamaktadır. Yıllarca verilen
eğitim sonucunda çocuklara bilimsel ve felsefi düşünmeyi öğretemeyen ve onları yalnızca
sınav başarısına odaklayan bir sistem ile eğitim verildiği düşünülmektedir.
Buradaki eksikliklerin giderilmesi gerekirken, ortaya çıkan tartışmalarda lise
eğitiminin tamamen zorunlu olmaktan çıkarılması fikri ortaya atılmaktadır.
Mevcut eğitim sistemini güçlendirmek yerine, iş piyasasında çırak kalmadığı
gerekçesiyle 13-14 yaşındaki çocukları sanayiye yönlendirmeyi meşru gören
düşünceler ortalığa saçılmaktadır. Burada iş piyasasının ve sanayinin
ihtiyaçlarını eğitim politikalarının önüne koyan ve çocukları ucuz iş gücü
olarak gören tehlikeli bir zihniyet bulunmaktadır. Maalesef ki bu zihniyetin
içerisinde, sözde ülkenin en iyi eğitim kurumlarının başında olan
yöneticilerden akademisyenlere ve hatta öğretmenlere kadar pek çok kişi
bulunmaktadır. Eğitim sisteminin gelmiş olduğu bu noktada öğretmenlerin ve
akademisyenlerin payı hep göz ardı edilmektedir. Eğitim sisteminin sorunlarını
sistemde değil de doğrudan çocuklarda arayan bir bakış açısı ile hareket eden
bu kimseler, eğitimi birey odaklı değil, otorite odaklı bir hale getirmektedir.
Öğretmenlerin büyük bir kısmı yalnızca müfredatı uygulayan teknik elemanlar
haline dönüşmüşken, eğitimin içeriği ve amacı üzerinde ciddi bir tartışma
yürütülememektedir. Sistemin bozuk yapısına uyum sağlamayı tercih eden
akademisyenler ve öğretmenler, yaşanan bu gelişmeler karşısında her zaman olduğu
gibi susmayı tercih etmektedirler. Ayrıca eğitim politikaları üzerinde etkisi
olması beklenen akademisyenler, bu önerileri eleştirmek yerine destekleyerek
sorunu daha da derinleştirmektedirler.
Üniversitelerin içini boşaltan, adam
kayırmacılığı bir gelenek haline getiren, liyakat yerine hocanın istediği
öğrenciyle çalışma hakkı vardır diyerek akademik köhnemişliği ve yozlaşmayı
savunan, akademik kadro ilanları adrese teslim olan ve bunu kurum içi yükselme
olarak savunmaya çalışan; ancak ilanların neden genel ilan kadrosundan
çıktığını sorgulayamayan ve çoğunluğu birtakım bağlantıları sayesinde
üniversitede bir yerlere gelmiş olan bu sözde bilim insanları — ki bilimin ne
olduğunu tartışacak olursak, muhtemelen pek çoğunun bilim insanı olmadığına
kanaat getirebiliriz — şimdi ise eğitimin temel direklerinden biri olan
ortaöğretimin içini de boşaltmaya kararlı gibi gözükmektedirler.
Burada eğer amaç iş gücü ihtiyacını karşılamaksa
ve problemimiz bu ise, bunun çözümü neden lise eğitimini kaldırmak yerine
meslek liselerini güçlendirmek değil diye düşünmemiz gerekiyor. Bugün Avrupa’da
birçok ülke, meslek liselerini teşvik ederek gençleri sanayiye daha bilinçli ve
donanımlı bir şekilde hazırlarken, Türkiye’de meslek liseleri yıllardır ihmal
edilmektedir. Meslek öğreniminin bu kadar önemli olduğu söylenen bir
ortamda, meslek liselerinin neden yıllarca ihmal edildiği ve öğrenci profilleri
içerisinde en düşük profile sahip bireylerin bu liselere yönlendirilerek meslek
eğitiminin hiçe sayıldığı dönemler ayrıca tartışılmalıdır.
Ek olarak, önemli olan sadece meslek sahibi
olmaksa ve bireyin toplumun bir üyesi olabilmesi için topluma kazandırılması
önemsiz bir konu ise, üniversiteler dahil çoğu eğitim kurumunu kapatmamız
gerekiyor. Eğer eğitim, bireyin dünyayı anlama, eleştirel düşünme, haklarını
bilme ve kendini ifade edebilme yeteneğini geliştirmenin bir parçası olarak
görülmüyorsa, eğitimi tamamen zorunlu olmaktan çıkaralım. Öyleyse zorunlu
eğitimin kaldırılması ile birlikte bireyin bu temel kazanımları nasıl elde
edebileceğini, sanırım bu fikre çanak tutan akademisyenler ve öğretmenler
açıklayabilecektir. Zannediyorum ki sosyoloji, sosyal psikoloji ve psikolojiyi doğrudan
ilgilendirecek sonuçlara gebe olan bu fikri önermeyi düşünürken almış oldukları
sözde disiplinlerarası eğitim ile birlikte bu alanlarda ortaya çıkacak olan problemlere
de çözüm önerisi geliştirmiş olmalılar. Ergenliğin hemen başında olan
bireylerin soyut düşünebilme, neden ve sonuç ilişkisini anlayabilme, analitik
düşünebilme becerilerinin edinilmesinin yanı sıra gelişim görevlerini nasıl
tamamlayacakları birer muamma olarak ortada durmaktadır. Bu hanımefendiler ve
beyefendiler, yıllarca almış oldukları pedagojik eğitim ile birlikte bunları
öğrenememiş olmalı ki böyle bir öneride bulunabiliyorlar. Ya da lise eğitiminin
tamamen zorunluluk kapsamından çıkarılarak oluşacak eğitim eksikliğinin
informal eğitim süreci içerisinde sokaklardan daha iyi bir şekilde edinilmesinin
bir yolunu keşfetmiş olmalılar.
Önemle değinilmesi gereken bir başka konu ise,
ülkemizde yüzlerce toplum bilimci yani sosyolog olmasına rağmen toplumu
ilgilendiren çoğu konuda neredeyse hiçbir zaman onlara danışılmadığı problemidir. Toplum
olabilmenin ve toplumsal ilerlemenin yegâne yolu eğitimden geçerken, eğitimi
yalnızca ekonomik bir araç olarak gören ve insan gelişimini hiçe sayan yanlış
politikalarla ülkemizin geleceğine dinamit döşenmektedir. Yıllarca pedagojik
eğitim aldığını söyleyen öğretmenlerin ve pedagojik eğitim verdiğini iddia eden
akademisyenlerin böylesi düşüncelere kapılması gerçekten talihsiz bir durumdur.
Bireyin insan olarak olgunlaşmasının hemen başında verilen lise eğitimi, insan
yetiştirmek için büyük bir önem taşımaktadır. Ergenliğin hemen sonrasında, genç
yetişkinlik çağı olarak tabir edilen dönemde bireyler, uzmanlaşmak istedikleri
alana yönelik üniversite eğitimi alırlar. Dolayısıyla burada alınan eğitim tamamen
uzmanlaşmaya yöneliktir. Ancak ortaöğretimde verilen eğitim, daha genel
kapsamlı olmakla beraber bunun yeterli olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Lise eğitimi dışında bireylere tüm disiplinlerden genel bir eğitim
verilmemektedir. Dolayısıyla eğitimin temel direği olması gereken ortaöğretim
eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılması düşünülemez.
Yaşam boyu eğitim mottosunu dillerinden düşürmeyen
eğitimcilerin, bireyin yetişkinliğe geçiş aşamasında olduğu ve henüz düşünme
becerilerini dahi mükemmel hale getiremediği bir dönemde, eğitim gibi ciddi bir
konunun çocukların tercihine bırakılabileceğini ima etmeleri ve istemeyenin
okumak zorunda olmadığını söylemesi, insanı gerçekten hayretler içerisinde
bırakan bir durumdur. 18 yaşına kadar tek başına karar alabilmesine yasalar çerçevesinde
izin verilmeyen çocukların, eğitim gibi hayatlarının tamamını ilgilendiren bir
konuda salahiyet sahibi olabileceğini düşünmek, eğitimcilere yakışmıyor. Sosyal
medyanın gazına gelerek sonuçları nereye varacağı düşünülmeyen önermelerde
bulunmak, ülkemizin kronik bir sorunu haline gelmiştir.
Sosyolojik açıdan değerlendirilecek olursa,
eğitimin bireyin sınıf atlamasından, sosyal hareketliliğine ve toplumsal
eşitliğin sağlanmasına kadar pek çok kritik rol oynadığı bilinmektedir. Burada
düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitim ile daha iyi bir yaşamın kapısını
açabilmelerine imkân tanınırken, zorunlu lise eğitiminin kaldırılmasıyla
dezavantajlı kesimlerin eğitimden uzaklaşacağı gerçeği hiçbir şekilde hesaba
katılmamaktadır. Sosyolojik olarak sınıfsal uçurumları derinleştirecek ve
fırsat eşitliğini bozacak olan bu durumun sonuçlarının çok daha kapsamlı bir şekilde
düşünülmesi gerekir. Durum böyleyken sosyal medyadan yükselen tepkilere göre
yönetilen kurumlarımız, politikalarımız ve eğitim süreçlerimiz bulunmaktadır.
Burada asıl meselenin eğitim sisteminde olan
eksikliklerde olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Yakın bir zamanda meslek
eğitimleri ve meslek liselerine yönelik bir takım umut vadeden adımlar atılmış
olsa da bunun daha da geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizin üretim gücünde
oluşan eksiklikler, gençlerin eğitimden tamamen kopartılarak üretim süreçlerine
yönlendirilmesi ile çözülmemelidir. Meslek liseleri eğitimini güçlendirdiğimiz
takdirde, üretim süreçlerine oldukça fayda sağlayabilecek bir duruma gelebiliriz.
Burada meslek eğitimleri devam ederken, gençlerimizin birey olabilme, toplum
içerisinde yaşayabilme ve bilimsel düşünebilme gibi sosyal becerilerini geliştirmeye
yönelik adımlar atılmalıdır. Meslek eğitimleri ile normal eğitim süreci
birbirine entegre edilerek yürütülmelidir. Bu durum haricinde, gençleri eğitim
sürecinden tamamen koparmaya yönelik olarak geliştirilecek bir yaklaşım
sosyolojik açıdan ciddi potansiyel riskleri olan bir tehlikedir.
Ayrıca ergenlik çağındaki bireylerin eğitim
sürecinden tamamen koparılmasının ortaya çıkaracağı sonuçların pedagojik açıdan incelenmesi
gerekmektedir. Burada aklı selim eğitimcilerin ve öğretmenlerin, bunun
doğuracağı potansiyel riskleri toplumun geri kalanına ve kamuoyuna net bir
şekilde açıklaması gerekiyor.
Sosyolojik, felsefi ve tarihsel açıdan
değerlendirildiğinde, alınacak bu yanlış kararın toplumsal eşitsizlikleri
artıracağı, bireyin gelişimini engelleyeceği ve Türkiye’yi geriye götüreceği
açıktır. Tarih boyunca pek çok düşünür, filozof, yazar ve sosyal bilimci
eğitimin önemine değinmiştir. Eğitim kurumsal bir çerçevenin ardından yaşam
boyu devam etmesi gereken bir süreç iken, henüz gelişim çağında olan çocukların
eğitimden koparılmasını düşünmek toplumsal anlamda bir yıkımla sonuçlanacaktır. Eğitim
toplumun geleceğidir; onu geriye değil, ileriye taşımalıyız.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan