Lise Eğitiminin Zorunluluk Statüsünden Çıkarılması başlıklı yazımda, üniversitelerin içini boşaltan, adam kayırmacılığı bir gelenek haline getiren, liyakat yerine "hocanın istediği öğrenciyle çalışma hakkı vardır" diyerek akademik köhnemişliği ve yozlaşmayı savunan, akademik kadro ilanları adrese teslim olan ve bunu kurum içi yükselme olarak savunmaya çalışan; ancak ilanların neden genel ilan kadrosundan çıktığını sorgulayamayan ve çoğunluğu birtakım bağlantıları sayesinde üniversitede bir yerlere gelmiş olan bu sözde bilim insanları — ki bilimin ne olduğunu tartışacak olursak, muhtemelen pek çoğunun bilim insanı olmadığına kanaat getirebiliriz — şimdi ise eğitimin temel direklerinden biri olan ortaöğretimin içini de boşaltmaya kararlı gibi gözükmektedirler.'' diye bir ifade de bulunmuştum.
Bu konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, eğitim sisteminin gelişebilmesi için büyük öneme sahip olan üniversitelerdeki yozlaşmalar, liyakatsizlikler, adrese teslim kadro ilanları gibi birtakım sorunlar akademik dünyanın itibarını zedelemektedir. Bu yozlaşmadan dolayı üniversite idealine olan düşüncelerimizin tamamen kötüye yönelmemesi gerektiğini düşünüyorum. Neticede, lisansüstü eğitim süreci devam eden ve belirli hedefleri olan bir araştırmacı ve yazar olarak bu satırları kaleme alıyorum. Burada dikkat çekmek istediğim husus, ideallerin pratik dünyadaki uygulayıcılarının yapmış oldukları bir takım yanlışlıkların, doğrudan o idealin geçersiz olması anlamına gelmediğidir. Elbette ki bu ciddi bir felsefi tartışmanın da önünü açabilecek bir konudur. Fikirlerin, ideallerin düşünce dünyasında tartışılıp bir sonuca bağlanması daha uygun olmakla beraber, burada herhangi bir fikrin pratik dünyada uygulayıcısı olan kurumların veya kişilerin yapmış oldukları yanlışların doğrudan idealin kendisine yöneltilmemesi önemlidir.
Bu bağlamda, üniversitelerin içerisindeki birtakım yanlışların toplumun genelinde üniversitelere ve akademisyenlere karşı olumsuz bir şekilde yansıdığının önemle anlaşılması gerekiyor. Bir fikir, bir ideal olan üniversitelerin layıkıyla işler bir kurum olması için liyakatın ön plana çıkarılması, akademik kadro ilanlarının objektif kriterlere dayanması ve bilimsel çalışmalarda başarıyı ölçen şeffaf sistemlerin kurulması gerekmektedir. Hoca ve öğrenci arasındaki ilişkilerden bağımsız bir ortam oluşturulması gerekiyor. Üniversite içindeki yükselme sisteminin liyakata dayalı olması için düzenlemeler de ayrıca gereklidir.
Kurum içi yükselme ilanları ile genel ilanların birbirinden ayrılması, liyakat açısından oldukça önemlidir. Bir üniversite kurumunda yıllarca emek veren emekçilerin kurum içinde yükselmesi, doğal hak olduğu gibi, bu yükselme durumunun genele hitap ediyormuş gibi görünen bir kadro ilanı ile yapılması, objektifliğe ve liyakata gölge düşüren bir uygulamadır. Doçentlik ve profesörlük gibi unvanlar üniversite kadro unvanı olmakla birlikte, yine doktor öğretim üyeliği unvanı da bir kadro unvanıdır. Burada görev yapan öğretim üyelerinin yükselme durumları için, genele hitap ediyormuş gibi gözüken ancak kurum içi yükselme olan ilanlar yüzünden mülakatlarda birçok haksızlık yaşanmaktadır.
Öncelikle, bu sorunu çözebilmemiz için kurum içi yükselme ilanları ile kuruma dışarıdan yeni öğretim üyesi, öğretim görevlisi ya da araştırma görevlisi gibi personel alımlarının birbirinden ayrılması gerekmektedir. Yine, üniversitelerin yalnızca iş gücü yetiştiren değil, aynı zamanda topluma katkı sağlayan düşünürler, araştırmacılar, yazarlar ve eleştirel akıl sahipleri yetiştirmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Üniversitelerde yapılacak olan her türlü yerleştirme ilanları ve araştırma projelerinde şeffaflık sağlanmalı, akademi kadroları oluşturulurken kurum içi yükselme ile kuruma dışarıdan personel alımının birbirinden ayrılması gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde, adrese teslim kadro ilanları, mülakatlarda haksızca elenenler, bilim sınavlarından düşük puan alanlar gibi sorunlar yüzünden birçok mağduriyet yaşanmaya devam edecektir.
Üniversitelerin bugün tamamen bozulduğu düşünülebilir. Ancak buradaki yozlaşmış yapıları dönüştürmek, onları daha etkili ve faydalı hale getirmek, ülkemizin geleceği için büyük bir önem arz etmektedir. Üniversiteler, bir fikir ve ideal olarak toplumsal sorumluluk ve bilimsel açıdan hala en değerli kurumlardır. Dolayısıyla, bu fikri ve ideali yeniden inşa etmemiz gerekiyorsa, bu noktada ciddi adımlar atmamız gerekecektir.
Yapmış olduğum eleştirilerin yapıcı bir şekilde anlaşılması gerektiğini düşündüğüm için bu konuya açıklık getirmek istedim. Çünkü toplumumuzun önemli sorunlarından bir tanesi de eleştiri kültürünün zayıf olmasıdır. Eleştiriler yapıcı bir şekilde anlaşılmalı ve yıkıcı sonuçlara yol açacaksa bile, yıkılan şeyin yeniden daha doğru bir şekilde inşa edilerek yapılması gerekmektedir. Burada şahsımın amacı da tam olarak budur; eleştirilerimin bir fikir ve ideal olarak üniversite kavramına zarar vermesini istemem. Ayrıca bu alanda benim gibi emek veren çok sayıda eğitimli insan olduğunun bilincindeyim. Felsefi anlamda geçersiz olmamak koşulu ile uygulayıcılardan dolayı kavramlara olan düşüncelerinizi yitirmemeniz gerekiyor. Bu yüzden uygulamada her ne kadar kötü olursa olsun, "üniversite" kavramının toplum için gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu alanda gecesini gündüzüne katan ve yıllardır eğitim alan emekçilerin ve düşünürlerin katkılarını değerli buluyorum ve bu emekçiler ile birlikte yozlaşan üniversite ortamını yeniden liyakatlı ve adaletli bir şekilde oluşturabileceğimizi düşünüyorum.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan