Günümüzde medyada ve sosyal platformlarda herhangi bir akademik yetkinliği olmayan, felsefe ve mantık bilmeyen fakat toplumsal meseleler hakkında ahkâm kesen pek çok kişi bulunmaktadır. Bu kişilerin arasında bir takım kişiler vardır ki bunlar, kendi alanlarında belli akademik yetkinlikleri olan ve belki de dünya çapında tanınırlığı olan kişilerdir. Fakat genellikle başarılı olduğunuz zaman toplumda o kişinin her şeyi bilebileceği algısı oluşur. Aslında bu algı, medya tarafından kasıtlı olarak oluşturulur. Çünkü dinleyenler ve izleyiciler, "Eğer bu kişi konuşuyorsa, gerçekten bir bildiği olmalı ki bu meseleleri konuşuyordur." gibi bir izlenime kapılırlar. Bu kişiler genellikle doğa bilimlerinde veya teknik alanlarda uzmanlıkları ile öne çıkan kimseler olup, kendi alanları dışındaki konulara dair söylem geliştirirken bilimsel bir dayanak sunmaktan uzak dururlar. Oysaki toplumsal meseleler hakkında konuşurken, bilimsel çalışmalarla desteklenmeden yapılacak olan yüzeysel yorumlar ve bu değerlendirmeler sıradan bir fikir beyanı olmaktan öteye gidemez.
Bu duruma örnek olarak iki kişinin, Türkiye'de daha önce yayınlanmış olan popüler bir dizi üzerinden 20-25 yıllık toplumsal değişimleri ve ülkenin bugünkü durumunu tahlil etmeye çalışmalarını örnek olarak gösterebilirim. Bu türden genellemeler, akademik bir disiplinden yoksun olduğu gibi, toplumu anlama ve analiz etme konusundaki bir yeterlilik ortaya koymamaktadır. Ayrıca yapılan bu şey araştırmacıların yapmış oldukları çalışmalara ve onların evrensel bilgi birikimine sundukları katkıları göz ardı etmek anlamına gelir. Hiç düşündünüz mü, toplumsal meselelerle ilgili yüzlerce hatta binlerce program yapılıyor, sosyal medyada pek çok içerik üretiliyor, ancak bunların neredeyse tamamında herhangi bir sosyal psikoloji uzmanı, sosyolog, felsefeci ve benzeri sosyal bilimcileri göremiyoruz. Acaba bunun nedeni ne olabilir diye daha önce hiç kendinize sordunuz mu? Yahut bu soruyu daha önce kendinize hiç sormadıysanız, sosyal bilimler hakkında ne biliyorsunuz diye hiç düşündünüz mü? Bir dizi üzerinden toplumun son 20-25 yıllık dinamiklerini çözümlemeye çalışmak, bilimsellikten ziyade spekülasyon ve önyargılarla dolu olacaktır.
Ayrıca kendi uzmanlık alanlarında konuşan bu kişilerin, farklı disiplinlerden gelen kişilerin fikirlerini eleştirmek için "Bu alanda uzmanlığınız var mı?" tarzında sorular sordukları ve kendi statülerini ön plana çıkararak bir otorite olmaya çalıştıkları gayet iyi bilinmektedir. Fakat bu kişiler toplumsal meseleler gibi hayatın içerisinde olan ve doğrudan yaşamımızı ilgilendiren çok ciddi meselelerde konuşurken aynı titizliği göstermemektedirler. Örneğin bir fizikçi, bugün kuantum fiziği üzerinden yapılan şarlatanlıkları eleştirirken, fizikçi olmayan birinin görüşlerini pekala dikkate almayabilir ve genellikle de almıyordur. Ancak bu kişiler, kendi statülerine dayanarak sosyal bilimleri ilgilendiren alanlar hakkında istedikleri gibi konuşabilme yetkisini kendilerinde görmektedirler. Zaten bazı insanlara göre sosyal bilimler bilim olmadığı için, bu konunun çok daha başka problemleri olduğunu bilmenizi isterim. Ağızlarından bilim lafını düşürmeyen insanlar, söz konusu toplum olduğu zaman, felsefe ile mantıktan ve sosyal bilimlerden uzak bir şekilde kendi kişisel görüşlerini milyonlarca insana hakikatmiş gibi sunuyorlar ve kendileri gibi düşünmeyenleri aptallık ya da cahillikle suçluyorlar. Fakat bilmenizi isterim ki en büyük cahil ve aptal, kendi uzmanlık alanları olmamasına rağmen sürekli olarak sosyal bilimlerle ilgili konuşan, kendi akademik statülerine veya toplumdaki statülerine dayanan bu sofistlerdir. Evet, onlara sofist diyorum. Çünkü bu durum, Antik Yunan'ın sofistlerini hatırlatıyor. Sofistler, hitabet yetenekleri ile halkı etkilemeye çalışan ancak bilgiyi gerçek bir felsefi temele veya bilimsel temele dayandırmayan kimselerdi. Bugün ise bu rolü, sosyal medyada ya da televizyon programlarında her konuda görüş bildiren ve sosyal bilimler disiplinlerinden yoksun olan kişiler üstlenmektedir. Elbette ki içerisinde bu kimselerin sosyal bilimlerden gelen uzmanlar olabilir. Lakin felsefe ve mantık ilimleri hakkında herhangi bir bilgileri yoksa, bu kişiler deskriptif bir analizin dışında, neyin doğru veya yanlış olduğuna dair bir söz söyleyemezler. Sosyal bilimlerin en temel bilimlerinden biri olan ve ismi de toplum bilimi anlamına gelen sosyoloji, sağduyu bilgisi ile sosyolojik bilgiyi birbirinden ayırmaktadır. Sağduyu bilgisi, günlük yaşam deneyimlerine dayanırken, sosyolojik bilgi ise sosyolojinin bilimsel metotlarla desteklenmiş ve genellemeler yerine kanıta dayalı analizler olarak ortaya koyduğu bilgi türüdür. Fakat sosyoloji deskriptif bir bilimdir. Bize neyin doğru ve yanlış olduğuna dair bir yargı vermez. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair bir yargı ortaya koyabilmek için felsefe ve mantık biliyor olmamız gerekir. Örneğin, sosyal medyada denk geldiğim bir konuşmada, bir kişi bilimsel araştırmaların, network sahibi olan kişilerin daha başarılı olduğunu ortaya koyduğunu ifade ediyordu. Bu araştırma üzerinden gençlere network yapmanın öneminden bahsediyor ve bunu tavsiye ediyordu. Bu araştırmanın deskriptif olduğunu bilmeyen bu kimse, insanlara network yapmanın başarıyı getireceğini söylüyor. Peki, network yapmak başarı için gereken tek kıstas ise, network'ü bizden daha güçlü olan kimselerin mülakatlarda bize elemeleri, sizce de bilimsel değil mi? Burada göz ardı edilen şey, deskriptif bir bilimsel çalışmanın sonuçlarının yargı bildirebilmesi için felsefeye muhtaç olduğu gerçeğidir. Evet, bilimsel araştırmalar ve çalışmalar network'ün başarı için önemli olduğunu bizlere söyleyebilir. Lakin toplumsal yaşam içerisinde, network'ü bizden çok çok daha iyi olan kimseler haksızca önümüze geçiyor olamaz mı? Eğer network başarı için kabul edilen tek kıstas ise ve liyakatı göz ardı edeceksek, neden network'ü sizden daha güçlü olan insanların mülakatlarda ya da iş başvurularında sizi elemelerini yanlış buluyorsunuz? O halde network'ü sizden çok daha iyi bir durumda olan insanların hayatın her alanında önünüze geçmesini kabulleneceksiniz ya da deskriptif bilimsel araştırmalardan toplumsal konulara dair bir yargı çıkarmaya çalışırken felsefe ve mantığı göz ardı etmeyeceksiniz. Sosyoloji dahi toplumsal konuları çözümlerken ve tahlil ederken yargı bildiremiyorsa, size kanaat önderliği yapan bu şarlatanlar neye göre doğruyu ve yanlışı tespit ediyorlar? Lütfen düşünün.
Sosyal bilimci olmayan kimselerin toplumsal meseleler hakkında rahatça konuşması ve bilimsel bilgi ile bunu tahlil edememesi, modern dünya için oldukça büyük bir problemdir. Fakat değindiğim gibi, deskriptif bilimsel çalışmalardan bir yargı çıkarabilmek için felsefeye ihtiyacınız var. Eğer bir sosyal bilimci deskriptif bilimsel konuşmanın dışına çıkıyorsa, bunu neye dayandırdığını ona sormanız gerekiyor. Gerçek anlamda bilgiyi savunan kişilerin sadece kendi alanlarında değil, toplumsal konularda da bilimsel etik ve metodolojiye uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Aksi halde, bilim adına konuşup bilimsellikten uzak bir yaklaşım benimsemek toplumu gerçeklikten uzaklaştıran bir sofistlikten başka bir şey değildir. Elbette ki bir kişinin bir alanda konuşurken illa ki o alanda akademik bir yetkinliğinin olmasına gerek olmayabilir. Fakat o alanın metodolojisine uygun davranması gerekmektedir. Kendinizi modern dünyanın bu sofistlerine karşı koruyun. Bunu yapabilmeniz için en uygun yol felsefe ve mantık öğrenmektir. Felsefe ve mantık öğrendikten sonra hayata dair, doğa bilimlerine dair, sosyal bilimlere dair bakış açınız baştan sona değişecektir ve hiçbir aptal sofistin sizi kandırabilmesine imkan olmayacaktır.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan