Akademik Kast Sistemi

Mehmet Hüseyin Arslan
0

 


Mevcut eğitim sisteminin en büyük yalanlarından biri, "Eğitimde Fırsat Eşitliği" söylemidir. Oysa gerçekte dünya, göründüğünden çok daha farklıdır. Akademi içerisinde yükselmek, yetenekli ve çalışkan olmaktan çok, sistemin içinde yolunu bulabilmekle ilgilidir. Liyakat ise yıllar önce bu sistemden sürgün edildi; liyakatın yerine bürokrasi, adam kayırma ve siyasi bağlantılar geçti. Bugün bunu tüm lisansüstü öğrenciler ve akademisyenler bilmesine rağmen sanki böyle bir şey yokmuş gibi davranarak geçiştirebileceklerini zannediyorlar.

Bugün herhangi bir akademisyen ne kadar bilgili olursa olsun eğer belirli bir çevrenin içine dahil değilse, akademik kariyerinde yükselmesi neredeyse imkansız hale getirilmektedir ve bu kasten yapılmaktadır. Çünkü ülkemizde akademi artık bir bilgi üretim merkezi olmaktan hızla uzaklaşmaktadır. Akademi belirli kliklerin ve grupların birbirini kolladığı kapalı devre çalışan bir kast sistemine dönüşmüştür. İnsanların artık bunu tam manasıyla bilmesi gerekiyor.

Örneğin, bir akademisyen düşünelim. Lisans eğitimi boyunca çok başarılı bir eğitim hayatı geçirmiş, yüksek lisansını tamamlamış ve ardından doktorasını yapmış, alanında yetkin bir uzman haline gelmiş olsun. Normal şartlarda bu kişinin akademik kariyerinde ilerleyebilmesi için tek kriterin bilimsel çalışmaları olması gerekir. Öyle değil mi? Fakat ülkemizde işler böyle yürümez. Bugün akademik kariyerinde yükselmek isteyen herhangi bir araştırmacının karşısında aşması gereken sayısız bürokratik engel bulunmaktadır.

Yayın zorbalığı ve uydurma atıflar, bu bürokratik engellerin başında gelmektedir. Doçentlik veya profesörlük kadrolarını almak için belli sayıda akademik makale yayınlamak gerekiyor. Türkiye'de ise yayın süreçleri tam bir çıkmaz sokak haline gelmiş durumdadır.

Parayla yayın yapan sözde akademik ve bilimsel dergiler tüm sisteme adeta hâkim olmuştur. Buradan yayınlanan makaleler, akademisyenlerin kariyerlerinde yükselmelerine öncülük etmektedir. Öyle bir sistem düşünün ki, parayla sözde bilimsel ve akademik yayın yapıyorsunuz ve ardından içinde bulunduğunuz akademik klikin de onayıyla yükseliyorsunuz. Birçok sözde bilimsel ve akademik jüri ise adayların belirli kişilerin çalışmalarına atıfta bulunmasını istiyor ve bu adaylar, yükselmek için bazı akademisyenlerin egosunu tatmin etmek zorunda bırakılıyor.

Böyle bir sistemde bilim üretilebilir mi? Böyle bir sistemde akademisyenler köle gibi belirli bir çarkın içinde döndürülmüyor mu? Bunlardan haberdar olan ve susan birçok akademisyen var.

Akademik kariyerde yükselme ile ilgili ikinci bürokratik engel ise adam kayırmacılıktır. Burada doğru kişilerle ilişki kuramadığınız takdirde akademik kadrolara siyasi bağlantıları ve akrabalık ilişkileri sizden daha güçlü olan kişiler yerleşecektir. Bu ahlaksızlık ve bu sınır tanımamazlık öyle bir noktaya ulaşmış ki, lisansüstü öğrenci alım süreçlerine de sirayet etmiştir. Akademik kadro ilanları belirli kişilerin özelliklerine göre hazırlanmaktadır ve şartlar öylesine spesifik olarak belirlenmektedir ki, yalnızca önceden belirlenmiş kişiler bu ilanlara başvurabilmektedir. Genele hitap eder gibi görünen ilanlarda ise önceden alınacak kişi zaten belli olduğu için uydurma bir şeffaflık içerisinde sözde tarafsız bir alım süreci yürütüldüğüne dair kamuoyuna bir mesaj verilmektedir. Akademide yükselmenin en büyük etkenlerinden biri ise siyasi bağlantılarınızın güçlü olmasıdır. Bu sayede profesörlük ve rektörlük gibi makamlara çok daha hızlı bir şekilde ulaşabilirsiniz.

Doktora sürecini tamamlayan bir araştırmacı için ise durum çok farklı olmamakla beraber henüz her şey bitmiş sayılmaz. Tam aksine gerçek mücadele asıl doktora sürecinden sonra başlar. Burada doktorasını tamamlayan araştırmacılar öğretim üyeliği kadrosu bulmak için uzun bir süre mücadele etmek zorunda kalırlar. Boş kadrolar ya uzun süre açılmaz ya da belirli kişiler için açılır. Kadroya başvurmak için belirli sayıda yayın, proje ve akademik etkinlik gerekir. Fakat genç akademisyenlere bu fırsatlar sunulmadığı için kısır bir döngü içerisinde akademik yükselme kilitlenmiş olur.

Yine doçentlik ve profesörlük süreçleri ise gereksiz bürokrasiyle doludur. Burada bilimsel çalışmalardan çok, formları doğru doldurabilmek daha önemli hale gelmiş durumdadır.


Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default