Bugün eğitim sistemini kontrol edenler, toplumun geri kalanına bilgiyi sınırlı bir şekilde vermektedirler. Örneğin, üniversitelerin Açıköğretim programlarının kapatılmaya çalışılması, eğitim fırsatlarının daraltılması, akademik kariyerin zorlaştırılması gibi etkenler aynı amaca hizmet ediyor: bilinçli bir cehalet yaratmak. Çünkü bu kimseler biliyor ki cahil bireyler yönlendirilebilir, sorgulayamaz ve mevcut düzeni kabul eder. Buna hiçbir şekilde karşı çıkamaz; karşı çıktığını zannettiği anda bile gülünç ve komik bir duruma düşer.
Toplumun ve akademinin üzerindeki bu Leviathan’ı görmemizi istemeyen bu ahmaklar, daha sonra çeşitli medya kuruluşlarında yapmış oldukları açıklamalarda her fırsatta halkı ve insanları aşağılarlar ve dünya üzerinde gezip gördükleri en cahil ülkenin ülkemiz olduğunu söylerler. Fakat hiçbiri, ne eğitimcisi, akademisyeni, yazarı, düşünürü; hiçbiri asla sistemde bir sorun görmez, asla sisteme yönelik bir eleştiri yapamaz. Sisteme yönelik yapıldığını zanneden eleştiriler ise tamamen kendi ideolojik bağnazlıkları ve dar görüşlülükleri çevresindedir. Ve çoğu zaman, ülkemizde son 20-25 yıldır yaşanan ideolojik çatışma içerisinde kaybetmiş oldukları statülerine duyulan özlemle alakalıdır, bunun net bir şekilde bilinmesi gerekiyor.
Örneğin, geçmişte yaşanan başörtüsü sorunu ile ilgili o dönem akla hayale
gelmeyecek açıklamalar yapan ve insan hakları ihlaline sebep olan kimseler,
bugün medyada kendilerini çok özgürlükçüymüş gibi tanıtmaktadırlar. Bu sadece
başörtüsü sorunu ile ilgili bir durum değildir. Burada konuya sosyolojik bir
bakış açısıyla yaklaşabilmenizi istiyorum. Çünkü üzerimizde bulunan ve bir
sülük gibi her defasında toplum olarak kanımızı emen bu Leviathan, hemen hemen
her şeyi yönetmekte ve yönlendirmektedir. Burada mesele sadece bu canavarın
yönetimini kimin elinde bulundurduğu olmamalıdır. Çünkü son 20-25 yıldır
yaşanan ideolojik çatışma zemini içerisinde eski statülerini kaybeden bu kan
emici sülükler, bugün bilim yanlısı ve özgürlükçü gibi naralar atıyor gibi
gözükmektedirler. Fakat bu canavarın başına geçtiklerinde sistemi kendi
ideolojik bağnazlıklarına göre yönetmeye ve toplumu bilinçli olarak cahil
bırakmaya devam edeceklerdir. Hayır, böyle bir şey olmayacak diyenlere karşı geçmişte yaşanan olayları örnek olarak gösterebilirsiniz. Burjuva kafalı bu
ahmak insanlar istiyor ki yapay zeka ve dijital çağda dahi insanlar özgürce
öğrenemesin ve onları bir çobanın koyun sürüsünü gittiği gibi güdebilmeye devam
edebilsinler.
Eğitim, bir toplumu ileriye taşıyan en büyük ve en önemli unsurdur. Fakat
eğitimi yalnızca belirli bir sınıfın kendi ideolojik bağnazlıklarını dayatmaya
yarayan bir güç aracı haline getirdiğimizde toplumda büyük uçurumlar yaratılır
ve kitleler cahilleştirilir. İşte tam da bu yüzden, bugün eğitim sistemi ciddi
manada bir çöküş yaşıyor ve bu çöküş hepimizin geleceğini tehdit ediyor.
Ülkemizde eğitim cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürekli olarak değişen, ideolojik ve ekonomik dalgalanmalara maruz kalan bir alan olmuştur. Ne yazık ki
bu değişimler genellikle eğitimin niteliğini arttırmak yerine siyasi ve
ekonomik çıkarların yön verdiği, baskıcı ve elitist bir sistemin inşasına
hizmet etmiştir. Bu her daim böyle olmuştur.
Osmanlı'dan devralınan eğitim sistemi içerisinde hem içerik bakımından hem de
erişim açısından büyük sorunlar yaşanmaktaydı. Okuryazarlık oranı evet, son
derece düşüktü. Fakat bu mevcut dünya düzenindeki değişimlerden, ülkemizin geri
kalmasıyla alakalı bir konuydu. Yazı ve eğitim tarih boyunca belirli bir
zümrenin tekelinde olmuştu. Burada en büyük tekellerden biri tarih boyunca din kurumu olagelmiştir. Şayet tarih derslerinde anlatılan skolastik düşünce ve kilise etkisi yeterince
anlaşılsaydı, Osmanlı'da okuryazarlık neden düşüktü gibi konularda kitleler manipüle edilemezdi. Evet, o zamanın dünyasında şartlar değişmekteydi ve bu değişime geç
ayak uyduran bir Osmanlı Devleti vardı. Fakat 16. yüzyılda ya da 17. yüzyılda
dünyanın geri kalan herhangi bir ülkesinde okuma oranı %90'lara varan
seviyede değildi. Yine ülkemizde de bu durum aynen böyleydi. Bugün insanların yüzde doksanının okuryazar olması
veya birçoğunun üniversite mezunu olmasının bu köhnemiş sistem için gerçekten
hiçbir manası yoktur. Çünkü tam da Orta Çağ'ın skolastik dönemi gibi kritik
noktalarda belirli zümreler ve ideolojiler sisteme hakimdir. Özgürlükçü bir
eğitim ve bilim anlayışı bu sistem içerisinde asla kendine yer bulamayacaktır. 1924
yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim devlet denetimine tamamen
alınmış ve tek bir çatı altında toplanmıştı. Bu dönemde eğitim halkı
bilinçlendirmek, ulusun inşaatını desteklemek ve zamanın ruhunu yakalayabilmiş
bireyler yetiştirmek amacını güdüyordu. 1950'li yıllardan itibaren ise
Türkiye'de yaşanan ideolojik çatışmalar eğitim alanına da sirayet etmeye
başlamış ve eğitim sistemine daha muhafazakar bir yönelim hakim olmaya
başlamıştır. Demokrat Parti tarafından din eğitimi yeniden sistem içine dahil
edilmeye çalışılmış ve eğitimde ideolojik çatışmaların önü açılmıştır.
1960 ve 1990 darbeleri ile birlikte eğitimin içeriğini tamamen denetim
altına almaya çalışan bürokratik elitler, eğitim sistemini tamamen otoriter bir
yapıya büründürmüştür. 1982 Anayasası ile birlikte YÖK kurulmuş ve üniversiteler
sıkı bir denetim altına alınmıştır. Akademinin özgürlüğü ise büyük ölçüde
kısıtlanmıştır. Ardından gelen dönemde ise Türkiye'de eğitim, küresel olarak hakim değerler ve liberal politikalardan etkilenmeye başlamıştır.
Devlet okullarının kalitesi her defasında bilinçli bir şekilde düşürülmüş ve
özel okulların önü açılmıştır. Eğitim artık bir kamu hizmeti olmaktan çıkıp,
bir ticari meta haline getirilmiştir. Bu dönemde üniversiteler, akademik bilgi
üretmek yerine piyasaya hizmet eden bir model üzerine kurulmuştur. Özel
üniversitelerin açılması, eğitimin tamamen paralı bir hale getirilmesine sebep
olmuş ve öğretmen yetiştirme programları ve üniversite sınav sistemleri gibi
uygulamalar sürekli olarak değiştirilerek eğitimde istikrarsızlık
yaratılmıştır.
2000'li yıllardan itibaren ise eğitim politikaları daha merkeziyetçi,
piyasacı ve değişen iktidarla birlikte farklı bir ideolojik çerçeve içerisinde
büründürülmüştür. Eğitim sisteminde bu dönemde yapılan değişiklikler ve kademeli
bir eğitim sistemine geçilmesi gibi değişiklikler eğitimin niteliğini arttırmaktan çok,
öğrencilerin daha erken yaşta mesleki ve dini eğitime yönlendirilmesi için
kullanılmıştır.
Burada siyasi tartışmalara girmek istemiyorum. Fakat 2000'li yıllardan itibaren eğitimde yaşanan değişikliklere karşı çıktığını söyleyen ve eskilerin köhnemiş burjuvazi yapılarından gelen kimseler kendi ideolojik bağnazlıkları içerisinde mevcut olan bu sistemi eleştiriyorlar. Hiçbirinin ciddi manada bir felsefi ve sosyolojik altyapısı yok ve eleştirileri de bu yönde değil. Hiçbir zaman da olmadı ve bundan sonra da olmayacak. Artık bunun kitleler tarafından idrak edilmesi gerekiyor. Bu sistemin başına oturan herkes kendi ideolojik tasarımları çerçevesinde bir eğitim sistemi yaratmak istiyor. Filler tepiştiği bir ortamda ise çimlerin ezilmesi gayet doğaldır. Burada felsefi ve sosyolojik anlamda bir eleştiri yapılması gerekiyorken ideolojik çatışmalar içerisinde insanlar zorunlu olarak iki taraftan birini seçmeye mecbur bırakılıyor. Bu insanların anlaması gereken şey mevcut düzen içerisinde bu sisteme etki edebilecek hiçbir güçlerinin olmadığının farkına varılmasıdır. Bilimsel özgürlüklerin ve demokratik işleyişin en üst seviyede olduğu bir eğitim sisteminin istenmesi ve inşa edilmeye çaba gösterilmesi gerekirken ideolojik çatışmalar içerisinde konu odak noktasından sürekli olarak saptırılmaktadır.
Ülkemizde eğitim tarih boyunca sürekli değişime uğramış ve siyasi-ekonomik
çıkarların gölgesinde kalmıştır. Burada halka yönelik bir eğitim reformu her zaman için belirli ideolojik çerçeveler içerisinde hedeflenmiş ve ardından gelen süreç içerisinde ise piyasacı bir yapıya bürünmüştür. Kaliteli eğitim bugün sadece belirli bir
zümrenin erişebildiği ve sistemin devamını sağlamak için şekillendirilmiş bir
araç haline gelmiştir. Bugün mevcut düzenin eğitimin sistemi insanların toplum içerisinde
müreffeh ve aydın bir şekilde yaşayabilmesini sağlayamamaktadır. Eğitim,
sorgulamayan bireyler yetiştirmeye ve itaat eden kitleler üretmeye yönelik
olarak tasarlanmakta ve belirli bir iş koluna sıkıştırılan insanlar
üretmektedir.
Bu yazıda eğitim sisteminin çürümüş yapısı ortaya konularak araştırmacıların ve akademisyenlerin bir
alternatif yaratmaya teşvik edilmesi amaçlanmaktadır. Yapay zeka çağında eğitim, herkes için
erişilebilir ve özgürleştirici olmalıdır. Bunu savunuyoruz. Ancak bu değişimi
sağlamak için önce sistemin nasıl çalıştığını, hangi noktalarda bilinçli olarak
bireyleri köleleştirdiğini iyice anlamak gerekmektedir.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan