Eğitim Sisteminin Çöküşü

Mehmet Hüseyin Arslan
0


 İnsanlığın en eski ve en güçlü araçlarından biri olan eğitim, ilk çağlardan itibaren sadece bilgiyi aktarmak olarak değil, toplumların hayatta kalmasını ve aynı zamanda medeniyetlerin yükselmesini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Antik Yunan’da kurulan akademiler, bilimin özgürce tartışılabildiği ve filozofların yetiştiği yerler olabilmesi amacıyla kurulmuştu. Ortaçağ’da ise medreseler ve Batı’daki üniversiteler kilise veya devlet güdümünde olsa da bilginin üretim merkezi olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Zaman içerisinde eğitim bir aydınlanma aracı olmaktan çıkıp, sistemin devamlılığını sağlayan bir tür işçi fabrikasına dönüştü. Bunun en önemli etkenlerinden biri sanayi devrimidir. Sanayi devrimi eğitimi kökten değiştirip, o güne kadar kendince de olsa bireysel gelişme ve felsefi derinliğe önem veren sistemleri aniden verimlilik odaklı bir yapıya büründürdü. Artık eğitim insanları belli bir kalıba sokarak sistemin dişlisi haline getirmek için tasarlanmış ve modern üniversitelerde bu dönüşümün en büyük araçlarından biri haline gelmişti.

20.yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında uygulamaya sokulan neoliberal politikalarla birlikte eğitim tamamen piyasalaştırılacaktır. Üniversiteler artık bilginin üretildiği ve paylaşıldığı yerler olmaktan çıkıp, sertifikaların dağıtıldığı ve diplomaların parayla satın alınabildiği bir ticari kuruma dönüşmüştür. Burada akademik kariyer basamakları ağırlaştırılarak bilgiye erişim giderek daha fazla engellendi ve eğitim belirli kliklerin tekeline terk edildi. Eğitim toplumu aydınlatan bir meşale olmaktan çıkarılıp, elit bir sınıfın tekelinde statü belirleyen bir araç haline dönüştü. Bugün Anadolu Üniversitesi gibi köklü kurumların, eğitimde fırsat eşitliğini toplumun geneline yayabilmek için kurmuş olduğu Açıköğretim sistemi, statülerini korumak isteyen ve eğitimci olduğunu iddia eden statükocular tarafından tamamen yok edilmek isteniyor. Eğitimde demokratik süreçlerin sağlanması yerine merkeziyetçi yaklaşımlar giderek etkisini artırmaktadır. Doktora sonrası araştırmacıların önüne getirilen engeller, akademik ilerlemenin herhangi bir kliğe mensup olmadan imkansız hale getirilmesi, doçentlik ve profesörlük gibi akademik basamakların gereksiz bürokratik süreçlerle doldurulması gibi etkenler hep aynı köhnemiş sistemin ürünleridir.

Bu sistem tarafından eğitim bir hak değil, bir ayrıcalık olarak sunulmaktadır. Yapay zeka çağında olduğumuz şu günlerde dahi bilginin özgürce dolaşımı engellenmekte ve insanlar belirli kalıplara sıkıştırılmak istenmektedir. Toplumun geniş kesimleri bilinçli olarak bilgisiz bırakılmaktadır. Gerçek şu ki, mevcut eğitim sistemlerinin söylendiğinin aksine hiçbir felsefi ve idealist yönü yoktur. Eğitim sistemi sadece profesyonel anlamda sisteme işçi yetiştirmeye odaklanmış durumdadır. Bir nevi sisteme koyun yetiştirmek istenmektedir. Düşünen, sorgulayan, alternatif yollar arayan insanları istemiyorlar çünkü bilinçli olarak bireyleri aptallaştırıyorlar ki bilinçli insanlar, sistemin çarklarına çomak sokamasınlar. Bu sistemi ayakta tutan kişiler tüm güçlerini bulundukları konumdan, unvanlarından ve arkalarındaki kliklerden almaktadırlar. 30-40 yıl boyunca üniversitelerde 19-20 yaşındaki çocuklara istedikleri gibi bir şeyler aktaran bu insanlar, kendilerini kaf dağının üstünde görüyor olmalılar ki, herhangi bir düşünce insanıyla, bırakın tartışmayı, kendi meslektaşlarıyla dahi tartışamıyorlar. Çünkü her zaman en doğru olan sistem ve sistemin yegâne savunucuları olan kendileridir.

Bu yazı, işte tam da bu köleleşmiş sistemin çürüdüğünü ortaya koyabilmek için yazıldı. Bugüne kadar dijital dünyadaki altyapı imkanlarımı kullanmaktan imtina ettim. Düşüncelerimi, fikirlerimi ve yazılarımı her zaman basılı kitap şeklinde görmek istedim. Ancak yayıncılık dünyasındaki bir takım engeller ve benim maddi imkansızlıklarım yüzünden oluşan şartlardan ötürü her zaman geride kaldım ve düşüncelerimi satırlara dökemedim. Fakat bundan sonra her türlü dijital imkanımı kullanacağım. Elbet ileride bir gün dijital olarak yayınladığım kitapları ya da yazılarımı bastıracak bir yayınevi bulurum. Çünkü bu yayınevlerinin dağıttığı sözleşmelerde hiçbir şekilde bu kitapları ve yazıları daha geniş kitlelere ulaştırabilecek fırsatlar verilmemektedir. Bir yazar ve düşünür olarak şunun farkındayım: Çağımızın bir getirisi olarak insanlar kitap okumuyor. İnsanlar dijital dünyada blog yazıları, kısa videolar ve belgesel videolar tarzında içerikler tüketerek kendilerine bir şey katmaya çalışıyorlar. Tabii ki her yazar, düşüncelerinin kitaplaştırılmasını ve onu elinde tutmayı ister. Toplumsal bir görev üstlenen ve toplumu aydınlatmayı bir sorumluluk ve idealist bir bilinç çerçevesi içerisinde benimseyen entelektüellerin artık dijital dünyada görünür olmalarının zamanı gelmiştir.

Toplum bilimleri hakkında sosyologlar ve felsefeciler ne yazık ki konuşturulmuyor ve hiçbir zaman onlara fikirlerini alabilmek için danışılmıyor. Eğitim sadece bir meslek edinme aracı değildir. Bu sözde eğitimcilerin Unvanlarına güvenerek konuştuğu konular, sosyologların ve felsefecilerin yüzlerce yıldır üzerinde tartıştığı bir alanı ilgilendiriyor ve ne yazık ki bu kimseler her defasında kendilerini komik duruma düşürüyorlar. Felsefe ve soyolojinin belli bir aşamasında olan benim gibi bir düşünür ve yazar dahi bunu fark edebiliyorsa, felsefe ve sosyolojide ciddi birikimleri olan insanlar da bunu fark edebiliyordur diye düşünüyorum. 

 

Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan

 


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default