Eğitimde fırsat eşitliği pek çok akademisyenin ve siyasetçinin dillerinden düşürmediği bir kavramdır. Fakat bu türden söylemler toplumsal gerçekliği yansıtmamaktadır. “Eğitim herkesin hakkıdır, eğitimde fırsat eşitliği istiyoruz ve bunu sağlamaya yönelik çalışıyoruz, kimse geride kalmayacak.” gibi sloganlar sürekli olarak tekrar edilir. Ancak gerçek şudur ki eğitimde fırsat eşitliği sadece bir masaldan ibarettir. Ülkemizin eğitim sisteminde herkesin eşit olduğu yalanı, bol süslü kelimelerle satılırken aslında bu eşitlik sınıfsal, ekonomik ve politik engellerle doludur. Eğitim süreci kâğıt üzerinde herkese açık olmakla birlikte sosyolojik gerçeklik içerisinde bazı insanlar doğuştan avantajlı durumda olup ve bazıları ise sistematik olarak geride bırakılmaya mahkûm edilmiştir.
Bu eşitsizlikler okul öncesi dönemden başlamaktadır. Bir
çocuk hangi ailede ve hangi ekonomik koşullarda doğduysa, eğitimdeki kaderi de
büyük ölçüde çizilmiş demektir. Maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları
özel eğitime daha anaokullarından başlarken, ekonomik durumu zayıf olan
ailelerin çocukları ise devlet okullarında yetersiz imkânlarla eğitim almaya
çalışmaktadır. Ayrıca evdeki eğitim farkı üst sınıftan gelen çocuklar için
kitaplarla, sanatsal aktivitelerle dolu bir ortamda büyümelerini sağlarken, alt
sınıftaki çocuklar eğitim adına hiçbir şey görmeden ilkokula kadar gelmektedir.
Eğitimde başarılı olmak için sadece zekâ yetmez; bu çok büyük bir yalandır.
Kültürel sermaye ve çevre koşullarının katkısı büyük oranda göz ardı
edilmektedir. Sanat ve bilimle iç içe bir ortamda büyüyen çocuklarla,
televizyon karşısında vakit öldürmek zorunda kalan yoksul çocukların sınıfsal
durumu eşit değildir. Dolayısıyla kültürel sermayeleri ve eğitim olanakları da
bu noktada ayrışmaktadır. Özel okullarda yabancı dil eğitimi, robotik dersleri,
sanat kursları ve kişisel gelişim programları gibi aktiviteler öğrencilere
sunulurken, devlet okullarındaki eksik öğretmen kadrosu, ücretli öğretmen
sorunu, yetersiz ders materyalleri ve kalabalık sınıflar gibi unsurlar büyük
bir sınıfsal ayrımı ortaya koymaktadır. Siyasetçiler "Eğitim herkes için
ücretsizdir." derken, pratikte bu durum böyle işlememektedir. Özel
okullara yönelimi artıran politikalar uygularlar. Bunu bilerek ya da bilmeyerek
yaparlar. Devlet okulları kalitesiz eğitim yüzünden velilere mecburen özel okul
ihtimalini her zaman düşündürür. Bunun en büyük kanıtı nedir diye soracak
olursak, kendi çocuklarını özel okullara gönderen siyasetçiler ve
akademisyenlerdir. Yakın bir zamanda Instagram’da bir akademisyenin çocuğunu özel
okula göndermek için maaşının yetersiz olduğuna dair bir veryansınını
görmüştüm. İşte tüm bu söylemler, ortaya atılan iddianın en büyük kanıtı
niteliğindedir. Eğer devlet okulları gerçekten kaliteli bir eğitim veriyor
olsaydı, bu ülkeyi yönetenler ve eğitimin başında olan akademisyenler
çocuklarını neden özel okullarda okutuyorlar? Devlet okulları ve özel okullar
arasındaki uçurum eğitimde fırsat eşitliğini yok eden en büyük unsurlardan
biridir.
Peki, üniversiteler gerçekten eşit imkânlar sunuyor mu? Eğitimde
fırsat eşitliği iddiası en büyük çöküşünü üniversiteye giriş sürecinde
yaşamaktadır. Burada parası olan öğrenciler özel ders alır, en iyi dershanelere
gider ve özel rehberlik hizmeti alırlar. Maddi gücü olmayan öğrenciler ise tek
başlarına okulda almış oldukları eksik eğitimle sınava hazırlanmak zorunda
kalırlar. Tamamen kendi kişisel çabalarına bağlı olan başarı durumları ve zaten
dezavantajlı bir sosyal sınıftan geldikleri için eğitime ayıracakları süre
içerisinde maliyet açısından giderek daha da fakirleşirler. Devlet okullarının
niteliksiz eğitimiyle mezun olan öğrenciler ile sınava özel olarak hazırlanmış
öğrencilerin yarışması eşit bir durum değildir. Eğitim sürecinde bu çocukların
ailelerinin bilgi ve destek seviyesi de büyük bir fark yaratmaktadır. Maddi ve
akademik olarak güçlü olan ailelerin çocukları çok daha büyük avantajlara ve
fırsatlara sahiptir. Dolayısıyla böyle şartlar altında üniversite eğitimi,
fırsat eşitliğini sağlamak yerine zaten avantajlı olanları daha da
güçlendirmektedir.
Yine bu yalan ve algı manipülasyonları eşliğinde söylenen
"Eğitimde fırsat eşitliği" masalı, üniversite bittikten sonra da
devam eder. Burada akademik kariyer yapmak isteyen öğrenciler, akademide
yükselebilmek için hoca-tanıdık ağına sahip olma durumu ile karşı karşıya
kalırlar. Akademisyenlerin çocukları ve yakınları akademiye daha kolay
girmektedir. Ayrıca burs ve yurt dışı imkânları giderek maddi durumu daha iyi
olan öğrencilerin lehine doğru gelişmektedir. Yoksul öğrenciler ise
Türkiye’deki kısıtlı imkânlarla eğitim almak zorunda kalmaktadırlar. Yine atama
ve kadro engelleri gibi nedenlerle üniversitelerde liyakatin ikinci planda
olması gibi durumlar fırsat eşitliği iddiasını burada da çökertmektedir.
Eğitimde fırsat eşitliğine vurulan en büyük darbelerden biri
de "Herkes üniversite okumasın." düşüncesidir. Açıköğretim, örgün
eğitime erişemeyenler için büyük bir fırsattır. Çalışanlar, kadınlar, ikinci
üniversite okumak isteyenler ve engelliler için hayati bir imkân sunmaktadır.
Fakat birtakım çevreler herkesin üniversite mezunu olmasını istemiyor ve bu
sistemin önünü kapatmaya yönelik her türlü hamleyi yapıyorlar.
Peki, bu kararı kim veriyor? Seçkinci ve elitist zihniyete
sahip akademisyenler ve siyasetçiler. Gerçekten eğitimde fırsat eşitliği
olsaydı, birileri üniversite okuyabilsin ama diğerleri okuyamasın diye
sürekli engeller çıkartılan bir düzen içerisinde bunun sorgulanıyor
olması gerekmez miydi?
Gerçek fırsat eşitliği için ne yapılması gerekiyor? Devlet
okullarına yatırım yapılmalı ve özel okullarla devlet okulları arasındaki
uçurum acilen kapatılmalıdır. Eğitim sistemi, öğrencileri dershane ve özel ders
bağımlılığından kurtarmalı ve sınav odaklı olmaktan çıkarılmalıdır. Ayrıca
üniversiteye giriş sisteminde adalet sağlanmalı, maddi imkânı olanlar ile olmayanlar
arasındaki uçurum azaltılmalıdır. Eğitime erişim hakkı genişletilmeli ve
açıköğretim sistemi güçlendirilmelidir. Akademik kadrolarda ise tanıdık kayırma
ve torpil sistemi ortadan kaldırılmalı, kadrolar liyakat esasına göre
belirlenmelidir. Eğer eğitim gerçekten herkes içinse sosyal olarak avantajlı
sınıfların ve ayrıcalıklı insanların öne geçirilmesine son verilmelidir.
Fakat ne yazık ki bugünkü eğitim sisteminde fırsat eşitliği
sadece bir slogandan ve yalandan ibarettir. Açıköğretim sisteminin kapatılmaya
çalışılması, toplumsal eşitsizliği artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan