İnsanların yaratılışı, tarih boyunca pek çok medeniyet ve kültür tarafından mitolojilerde işlenmiştir. Bu mitolojilerde farklı şekillerde insanların yaratılması anlatılıyor olsa da neredeyse birçoğunda ortak tema, insanların köle olarak yaratıldığı anlatısıdır. Nitekim Mezopotamya mitolojileri de bunu, tarım toplumunun bir gereği olarak mitolojilerinde sıklıkla işlemiştir. İnsanların yaratılışı ile ilgili en eski yazılı kaynaklar yine Mezopotamya bölgesinden gelmektedir. İbraniler, Babilliler ve Sümerler, insanın yaratılışıyla ilgili farklı anlatılar ortaya koymuşlardır. İbrani anlatılarından birine göre insanlar, bütün hayvanları yönetmesi amacıyla kil topraktan şekillendirilerek yaratılmıştır. Kil topraktan şekil verilerek yaratılan insanın hikâyesi, Hristiyanların Eski Ahit’inin ilk kitabı ve Yahudilerin Tanah'ında, Tekvin bölümünde yer almaktadır. Babil mitolojisinde ise insanlık, Tiamat'ın başveziri olan Kingu'nun öldürülmesiyle, bu tanrının kanından yaratılmıştır. Babil ve Sümer mitolojilerine göre insanların yaratılma amacı, çiftçilik yaparak tanrılara hizmet etmektir. Babil mitolojisinde İgigilerin yerine yaratılan insanlar, Sümer mitolojisinde Lahar ve Aşnan'ın aşırı şarap içerek işlerini aksatması ve birbirleriyle kavgaya tutuşmaları yüzünden yaratılmıştır. Her iki uygarlıkta da insanların yaratılış amacı, çiftçilik yaparak tarım toplumunu ayakta tutmak ve bunu tanrıların bir buyruğu olarak ibadet vazifesiyle yerine getirmektir.
Tarım toplumu olan Sümer ve Babil uygarlıklarının anlatılarına baktığımızda, insanların varoluşlarının sebebinin tarım yaparak ve toprağı işleyerek tanrıların mülkü olan yeryüzündeki malların üretimini sağlamak olduğu görülmektedir. Bu gerçek bugün yeterince anlaşılmadığı için komplo teorisyenlerinin elinde ciddi bir manipülasyon aracı hâline gelmektedir. Üniversitelerde akademisyenlerden yaşı başını almış insanlara ve hatta sözde yazarlara kadar pek çok kimse, bu alanı spiritüalizm ve New Age gibi akımlar nedeniyle istismar etmektedir. Bu küstahlık ve aymazlık öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, arkeoloji profesörlerine ve dinler tarihi uzmanlarına "Siz bilmiyorsunuz, konudan bihabersiniz." diyecek kadar ileri gidilmiştir. Mezopotamya'nın toprak sistemi, halkın emeğini sömüren bir tür dinsel kölelik düzeni üzerine kuruluydu. Tapınaklar ve krallar, bu emek sömürüsü üzerinden büyük bir zenginlik sağlamaktaydı. Halk ise tapınağa teslim ettiği mallardan sadece hayatını idame ettirecek kadarını geri alıyordu. Dolayısıyla bu düzen, tapınakların ve kralların büyük bir refah içinde yaşamasına yol açarken halkın sıradan bir yaşam sürmesine neden oluyordu. Mezopotamya mitolojilerindeki yaratılış öykülerinin, insanların varlık amacının tapınağa hizmet ve tanrılara kölelik olduğu vurgusu, toplumdaki eşitsizliklerin ve emeğin nasıl sömürüldüğünü gösteren somut bir örnektir. Tarım toplumlarında toplumsal düzen bu şekilde işlemekteydi.
Mitolojinin ve dinin uygarlığın doğuşundaki yadsınamaz etkileri vardır. Sümer ve Babil’de Yaratılış kitabımda da ifade ettiğim gibi, günümüz dünyasında dinin medeniyete ne kattığı veya ne götürdüğü bu araştırmaların ve incelemelerin kapsamı dışındadır. Ancak özellikle anlaşılmasını istediğim bir husus var ki, günümüzün modern dünyasında birtakım kişiler, ölü bir medeniyetin ve antik bir kültün kölelik anlatılarını yeniden hortlatarak insanları yolundan saptırmaktadır. M.Ö. 539 yılında Mezopotamya ve Babil medeniyetlerinin çöküşünden kısa bir süre sonra insanlık, felsefe gibi önemli bir disiplini keşfetmiş olmasına rağmen, günümüzdeki arayışlar felsefe yerine tarım kültlerinin kölelik öğretileri üzerinden yapılmaktadır. İnsanlığın evrimsel ve tarihsel çizgisini araştıran ve anlamaya çalışan genç bir arkeoloji öğrencisi ve tarihçi olarak, bu durum beni hayretler içerisinde bırakmaktadır.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan