Doğrularımızı Kim Söyledi?

Mehmet Hüseyin Arslan
0


Toplumun Zihinsel İşgali
başlıklı yazımı yazarken: ''İnsanların çoğu, kendi bildiklerini doğrulayan ve tekrarlayan bir döngü içerisindedirler. Sürekli olarak kendilerine gösterilen aynı içerikler yüzünden, kendi inançlarını her defasında doğruladıklarını zannediyorlar. Ayrıca, sosyal medyadaki çevrelerinden edinmeye çalıştıkları bilgiyle, doğru bildiklerini çevrelerine onaylatmaya çalışıyorlar. Bu tip insanlar arasında bilginin yanlışlanabilirliği çok düşük bir ihtimal haline geliyor. Çünkü bildiklerinin yanlışlanabilmesini kendilerine saygısızlık olarak gören bu insanlar, çoğu zaman doğru bildiklerinden vazgeçmemeyi tercih ediyor.'' diye ifadelerde bulunmuştum. 

Bu durum beni oldukça derin bir düşünceye sevk etti. Aydınlanma çağı filozoflarının her şeyi sorgulayan ve yeniden düşünen felsefeleri zihnimde yankılandı adeta. Peki, yetişmiş ve belli bir yaşa gelmiş insanı dogmalarından, şartlanmışlıklarından kurtarmak ve onu bir tür ''tabula rasa'' haline getirerek rasyonel ve bilimsel bir şekilde yeniden eğitmek mümkün mü acaba? Tüm sosyologlar adil, müreffeh ve aydınlık bir toplumda yaşamak ister. Herkes bunu kendi doğrusu ya da hakikati ile yeniden inşa etmek için yoğun bir çaba harcama eğilimine sahip olabilir. Peki sizce böylesine zorlu bir durumun gerçekleşme ihtimali nedir?

İnsanlar, sosyal varlıklar olarak doğdukları andan itibaren çevreleriyle etkileşim içerisine girerler. Ve bu çevre ile birlikte çoğu zaman ailesinden, okuldan, sokaktan, televizyondan ve sosyal medyadan duyduklarını ve öğrendiklerini özümseyerek, içselleştirerek kendince doğru bir dünya inşa etmeye çalışırlar. Fakat buradaki asıl mesele; doğru dediğimiz şeyin temelinin ne olduğu, bir kanıtı olup olmadığı, yoksa sadece bu kanıtların tekrardan mı ibaret olduğu ve soyutlama yapıp yapamadığımız konusudur. Çoğu insan belirli bir yaşa geldiğinde artık öğrenmenin değil, sahip olduğu bilgileri savunmanın peşine düşmektedir. İşte bu noktadan sonra bilgi durağanlaşmakta, sorgulama bitmekte ve ezber başlamaktadır. Ve tehlike çanları da tam olarak burada çalmaya başlamaktadır.

Bilginin elit bir çevre içerisine sıkışıp kalması ve insanların bu bilgiye ulaşamaması, toplum açısından ciddi bir problem yaratmaktadır. Örneğin, Carl Sagan’ın yapmış olduğu bilim iletişimini düşünün. Carl Sagan, bilim iletişimine başladığı ilk yıllarda bilimsel çevreler tarafından kınandı ve yapmış olduğu iş sert bir biçimde eleştirildi. Fakat toplumun geneline fayda sağlamayan ve sadece belirli bir çevre içerisine hapsolmuş bilimin ve bilginin insanlığın geri kalanına ne gibi bir katkısı olabilir, diye burada düşünmemiz gerekiyor. Halkın önüne çoğu zaman basitleştirilmiş bilgiler konuluyor ya da doğru düzgün bilgi aktarılmıyor. Çünkü bilgiye ulaşmak sadece bir Google araması veya yapay zekâ taramasıyla değil, aynı zamanda bir yöntemi, bir özverisi ve eleştirel düşünmeyi gerektiren bir süreç olmalıdır. Fakat insanların birçoğu metodolojiden ve bilimsel yöntemlerden bihaberdir.

İnsanların birçoğu ile bilim arasında dev bir uçurum vardır. Ve aradaki bu uçurumun bilgiyle kapatılması ve doldurulması gerekirken kişisel inançlarla doldurulmaktadır. Örneğin, tarih ve siyaset gibi alanlarda bu kör döngü iyice belirginleşmektedir. İnsanlar yalnızca kendi ideolojilerini ve inançlarını doğrulayan içerikler duyuyor, okuyor ve görüyor. Yine sosyal medya sayesinde, algoritmalar vasıtasıyla insanlar kendi zihin haritalarının yankısına hapsolmuş durumdadır. Bir fikrin yanlışlanabilmesi artık entelektüel bir fırsat olmaktan çıkmış, kişisel bir hakaret gibi algılanır olmuştur. Çünkü insanların büyük bir bölümü inançlarını sadece düşünsel değil, duygusal ve hatta kimliksel düzeyde sahiplenmiş durumdadır. Bu yüzden herhangi bir insanla bir konu üzerinde tartışırken "yanlış olabilir" demek bile çoğu zaman imkânsızlaşmakta ve insanlar tarafından bir hakaret ve saldırı olarak algılanmaktadır.

Aydınlanma filozofları ''tabula rasa'' derken aslında devrimsel bir şey söylüyordu: Zihnimizi sıfırlamak. Bütün inançlarımızı, düşüncelerimizi, önyargılarımızı bir kenara bırakmak ve gerçekten düşünmeye başlayabilmek. Çünkü düşünmeye başlayabilmek için önce ezberlerden kurtulmak gerekiyor. Fakat bu oldukça zor bir durum. Özellikle belirli bir yaşa geldikten sonra insanların çoğu bilgiyi artık bir araç değil, kimlik hâline getiriyor ve bilgisine yönelik yapılacak herhangi bir düzeltmeyi kimliğine yönelik bir tehdit olarak algılıyor. Bu yüzden kendisine uymayan her fikri düşman ilan ediyor.

Peki, bu durum değiştirilebilir mi? Evet, bu durum değiştirilebilir. Ancak çok zor bir durum. Sabır, özveri ve emek isteyen bir şey gerçekten. Öncelikle bilgiye karşı olan bu katı sahiplenme duygusundan vazgeçmemiz gerekiyor. Bilgi kutsal değil, sorgulanabilir olmalıdır. Bilginin kutsal olduğu yerde sorgulamaya ve düşünmeye yer yoktur. Çünkü düşünülecek ve sorgulanacak bir şey kalmamıştır; kutsal olana ulaşılmıştır. Ancak bilimde ve günlük işlerimizdeki bilgi kutsal değildir, sorgulanabilirdir. Her an, her yeni teknolojik değişim ve devrimle birlikte bildiklerimizin çoğunu terk edip yeniden farklı bilgiler edinmek durumunda kalabiliriz. Bilginin yanlışlanabilir olması ve her şeyden önce erişilebilir olması gerekmektedir. Bilginin topluluklara ulaştırılması ve kültürü dönüştürerek insanları yeniden yaratabilmesi gerekiyor. Belki de en büyük devrim, zihnimizi bir kere daha sıfırlamak olacak. Ne bildiğimizi değil, nasıl bildiğimizi ve sorgulamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ve en önemlisi, gerçekten "bilmiyorum" demekten utanmamayı öğrenmektir. Çünkü bilgelik bazen "bilmiyorum" diyebilecek cesareti gösterebilmektir.

Elbette ki herkesin bilim insanı ya da düşünür olması gerektiğini söylemiyorum. Fakat temel düzeyde de olsa bilimsel düşünceyi anlayabilmek için felsefeyi, bilimsel yöntemleri doğru bir şekilde tetkik ve analiz edebilmek için ise mantık bilmemiz gerekiyor. Hiç düşündünüz mü? İnsan hayatını ve düşünce sürecini en çok etkileyecek olan bu iki bilim dalı neden yeterince insanlara öğretilmiyor?


Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default