Mitoloji Günlükleri serimin Anunnakilerin Yaratılışı ve İlk Kozmik Savaş başlıklı yazısında şöyle bir ifadede bulunmuştum:
“İnsanlık tarihi boyunca pek çok felsefi ve dinî akım gelişmiştir. Ancak bunlardan hiçbiri kendi hakikatlerini ve gerçeklerini, Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından yapılmış olmasına ya da Mezopotamya'nın sömürgeci ve köleleştirici tanrılar grubu olan Anunnakilere dayandırmamıştı.”
Bugün, Fikir Günlükleri serimde bu ifadeyi biraz açmak istiyorum.
İnsanlık tarihi boyunca, gerçeğin ve hakikatin peşinde oldu. Bu arayış, insanın evrimsel çizgisinde önemli kırılma anları yaratarak, günümüze kadar süren etkilerle inkişaf etti. Aklın titiz işleyişi ve toplumsal kuramlarla beslenen, mistik deneyimlerden güç alan bu arayış; felsefeden dinlere, sanattan bilime kadar her alanda çeşitli tartışmalara yol açtı. Son yüzyıla gelindiğinde ise, bu arayış yerini giderek daha fazla kör bir inanca, komplo düşüncelerine ve Star Wars misali alternatif hakikatlere bırakmıştır.
Antik çağdan günümüze kadar inşa edilmiş olan derin felsefi sistemlerin yahut dinlerin üstlendiği bu yolda, derin anlam arayışları bir kenara itildi. İnsanlık, sosyal medyadan yayılan herhangi bir görüşle yahut; sırf tıklanma için hazırlanmış olan YouTube belgellerinin yüzeyselliğiyle, kendi anlam ve hakikatlerinin arayışı içerisine girmektedir. Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından yapıldığından, Mezopotamya’da zuhur eden medeniyete kadar ve hatta Mayaların astronomi bilgisine kadar pek çok şeyin insan zihninin bir ürünü olduğunu reddeden bu sığ ve yüzeysel bakış açıları, günümüzün modern insanını derin bir yanılsama içerisine sürüklemektedir.
İnternette yayınlanan bu tür komplo içerikleri, çoğu zaman "yasaklanmış gerçekler" veyahut "bilimin üstünü örttüğü bilgiler" gibi pazarlanmaktadır. Fakat temelde bu iddialar, çok az tarihsel bilgiye, arkeolojiye ve antropolojiye dair sağlam delillere dayanır ve çoğu zaman eklektik bir şekilde inşa edilen bir anlam karmaşasından ibarettir.
Buradaki temel problem, sadece bu düşüncelerin yanlış olması değildir. Bu düşünceler, insanın anlam arayışının önünü tıkamakla kalmaz; aynı zamanda kendi varoluşsal gerçekliklerini sahte bir şekilde inşa etmelerine yol açar. Antik dünyanın pek çok harika yapısından, metinlerine ve inanç sistemlerine kadar duyulan hayranlığın ve araştırma merakının yerini, bu yapıların insan elinden çıkmış olamayacağına dair bir varsayım almaya başladı. Bunun bir sonucu olarak, Antik Çağ insanını yeterince tanımayan günümüz insanı, tüm bu yapıların olağanüstü teknolojilerle yapıldığı zannına kapılmaktadır. Oysa antik çağda yaratılan ve hayata geçirilen hemen her şey, olağanüstü bir toplumsal organizasyon, astronomi bilgisi ve çalışma disipliniyle inşa edilmiştir. Mezopotamya dünyasının mitolojisinde yer alan tanrı figürlerini birer uzaylı kolonicisi olarak yorumlayan komplocular, bu mitleri çözümlemeye çalışmamaktadır. Tam aksine, bilimsel bir şekilde ele alınması gereken kültür tarihini ve insanlığın antropolojik gelişimini, kendi fantezilerine kurban etmektedirler.
Tarih boyunca pek çok büyük felsefi sistemin ve dinin, böylesine komplocu anlatılara başvurmamış olması, belki de onların insanın anlam arayışına duyduğu saygıdandır. Fakat günümüzde bu tür bir kaygıdan söz etmek pek mümkün görünmüyor. Zira her fırsatta insan aklını ve insanlığın yeteneklerini küçümseyen bu öğretiler, çoğu zaman insanlara çaresiz, aciz, yeteneksiz ve akılsız birer varlık olduklarını her seferinde sinsi bir şekilde empoze etmektedir. Evrenin sırlarını basitçe modellerle açıklamaya çalışan bu kimseler, gerçeğin kolaycılığa indirgenemeyecek kadar çok katmanlı olduğundan bihaber olsalar gerek. Bilim dünyasının yanıtlamak için yıllarını harcadığı soruları sabırla çözmek yerine, komplo teorilerine başvuranlar; gerçekten bir anlam arayışında veyahut varoluşçu felsefenin bakış açısıyla bir hakikat inşasında değildir. Bu komplocuların yapmış oldukları şey, insanların anlam arayışını ve inanma ihtiyacını her defasında sömürmek ve buradan kendilerine birer menfaat sağlamaktır.
Bugün bize düşen ise; felsefenin, tarihin, antropolojinin, arkeolojinin ve sosyolojinin ışığında, insanlık tarihinin bilgilerini ciddiye almak ve bunları popüler hurafelerle karıştırmayarak aralarına sağlam bir mesafe koymaktır. Ancak o zaman, insanlık tarihinin evrimsel süreciyle derin bir anlatı içinde hakiki bir diyalog kurabiliriz diye düşünüyorum.
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Hüseyin Arslan