Tarih Çalışmalarındaki Zihinsel Çöküş

Mehmet Hüseyin Arslan
0





İnsanlık türünün tarihi yazıyla mı başlar, yoksa türün ortaya çıkışı ile mi? Tarihin en büyük problemlerinden bir tanesi bu. Tarih dediğimiz disiplinin ağırlığı yeterince anlaşılmamaktadır. Tarih disiplini sadece tarih kitaplarının sırayla okunmuş ya da okutulmuş olması ve olmuş bitmiş olayların sıralanmasından ibaret değildir. Tarih, insanlık türünün evrimi boyunca olayların, düşüncelerin, kültürlerin, savaşların, mitolojilerin, düşünce sistemlerinin, devletlerin ve toplumsal örgütlenmelerinin tamamını içermekte ve derinlemesine düşünmeyi, sorgulamayı ve anlamayı gerektiren bir disiplindir. Fakat bu sorgulama yeteneğine sahip olabilmek için çok iyi derecede bir sistem analizcisi olmak gerekiyor. Bunun için de ciddi derecede felsefe, sosyoloji ve mantık bilmek ve bu disiplinleri besleyecek diğer disiplinlerde iyi okumalara sahip olunması şarttır. Bugün beşerî bilimler anlamacı ve yorumlamacı bir tarzda araştırmalarını sürdürmeye devam ediyor. Olmuş ve bitmiş olaylar hakkında deney ve gözlem yapamadığımız tarih gibi disiplinler ve beşerî bilimler içerisinde sayılan diğer disiplinlerin bilim olup olmadığı bugün tartışmalıdır. Ancak sosyal bilimler söz konusu olduğunda bu alanın disiplinleri kendisine özgü matematiksel modeller ve veri setleri kullanmakta ve sınırlı ölçüde de olsa deney ya da gözlem yapabilme yeteneğini bünyelerinde bulundurmaktadır. Evet, çoğu kimse bugün sosyal bilimler ve beşerî bilimler arasındaki ayrımı yapamıyor ve ikisinin aynı şey olduğunu zannediyor. Bilimimiz geliştikçe arkeoloji, coğrafya ve antropoloji gibi sosyal bilimler, beşerî bilimler ve doğa bilimleri arasında  bu üç alanın da kesişiminde bulunan disiplinlerin sınırları muğlaklaşıyor.

Tarih disiplini ise çoğu zaman sosyal bilimlere doğru yaklaşıyormuş gibi görünürken, temel düzeyde hâlâ beşerî bilimler mantığıyla ilerlemeye devam etmektedir. İnsanlık türünün tarihi kapsamlı bir şekilde incelenmeyi gerektirirken, tarihçiler tarafından bu temel gerçek çiğneniyor ve yok sayılıyor. Sonuç olarak birçok tarihçi elde etmiş olduğu yazılı metinlerin ve bilgilerin şekillendirdiği dar kafalı bakış açılarıyla insanlık tarihinin bir kısmını yorumluyor ve çoğu zaman olayları keyiflerine göre yorumlayarak sözde bir bilim yapmaya çalışıyorlar. Elbette ki keyiflerine göre yorumluyorlar yaklaşımı bazılarını rahatsız edebilir; fakat bir tarihçiye olayları ve metinleri neye göre, hangi düşünce sistematiğine göre, hangi dünya görüşüne, ideolojik görüşe veyahut felsefî sorgulama tekniğine göre yorumladığını sorduğunuzda, karşılık olarak derin bir sessizlikten başka bir cevap alamayacaksınız, emin olabilirsiniz. Gerçekten bu şekilde yapılan şey bir tarihsel çalışma mıdır, biçimsel yazarlık bir bilim midir? Metin içine ya da hemen altına döşenen atıflar gerçekten bilimsellik sağlayabilir mi? Bu tarzda yazılan metinler pozitivist bilim kadar kesin sonuçlar üretebilir mi? Elbette ki tarih doğası gereği olmuş bitmiş olayları incelediği için hiçbir zaman her şeyi tam detayıyla bilemeyeceğiz.

Ancak bu problemden ötürü sadece biçimsel yazarlık yapmayı ve insan düşünme biçiminin en yetkin hâli olan felsefeden uzak bir şekilde tarihi yorumlamak da bilime yahut düşünceye gereken önemi vermemek anlamına gelecektir. Birçok tarihçi mantık ve analitik düşünceyi tamamen göz ardı ederek olayları yorumlamaktadır. Örneğin, Sasani ve Roma uygarlıklarının savaşlarını incelemek ve bu savaşların iki medeniyeti nasıl yıprattığını anlamak bir tarihçinin temel sorumluluğu olmalıdır. Ancak bu tarzda basit bir düşünce bile tarihçiler için çok büyük bir yük hâline geliyor. Buna çözüm olarak olayları hemen kendi dünya görüşlerine en yakın şekilde yorumlamaya kalkışıyorlar yahut kendi uzmanlık alanlarından olayları yorumlayarak işleri daha da karmaşık hâle getiriyorlar. Nitekim Roma ve Sasani uygarlıklarının savaşı söz konusu olduğunda konu hemen İslam’ın doğuşuna ve oradan Orta Çağ’a bağlanıp geçiliyor. Yani tarih sadece bir olaydan diğerine geçmek olarak ele alınıyor.

Bir politik fırsatın nasıl doğduğunu, hangi tarihsel zeminlerde gerçekleştiğini ve tarihin akışının nasıl değiştirildiğini görmek bu kadar zor olmamalı. Yüzeysel bağlantılarla ve birbirini takip eden olaylarla konuyu bir bütünlük hâline kavuşturma çabası, tarihçinin kendi zihninin sınırları etrafında şekilleniyor. Tarihi anlamanın temeline ne kadar uzak olduğumuzu buradan anlayabilirsiniz. Mitoloji yahut inanç dediğimiz olgu ise, türümüzün tarihi boyunca bizi varoluşsal olarak hayatta tutan en büyük unsurlardan bir tanesiydi. Ve burada asıl ihmal edilen konuların başında, inanç olgusunun tarihten sıyrılarak olayların yüzeysel, siyasî ve politik bir şekilde işleniyor olması geliyor. Örneğin, Marduk mitolojisinin Babil’in politik gücünü nasıl pekiştirdiğini incelemek, neden eski çağ tarihçisi olduğunu söyleyen sadece birkaç akademisyenin ilgisini çekiyor. Olaylara ne kadar yüzeysel bakıldığının bir örneği olarak sosyoloji bilimini ele alabiliriz. Tarih disiplini, sosyoloji bilimi için bir laboratuvar yakıştırmasıyla kendisine yer edinmiştir. Sosyologların çok karmaşık olguları inceleyerek bütünlüklü bir şekilde insanlığı anlamaya çalıştığı bir yerde ise tarihçiler, tek tek olayları inceleyerek bütünü görmesi gereken yerde parçanın içerisinde kaybolarak kendi tarihsel illüzyonlarına hapsoluyorlar. 19. yüzyıldan bu yana bilimsel tarihçilik anlayışı geliştirilmeye çalışılsa da aradan geçen iki yüzyılda tarihçilerin hâlâ yeterli ve istendik düzeyde bir mesafe kat edemediğini açık bir şekilde görmekteyiz.

Tarih sadece olguları toplamak veya olayları incelemek olmamalıdır. Bu olguların derinlemesine analizi ve sorgulanması olmalıdır. Bu bakımdan doğası gereği bir veri sahası olan tarihi yeterince anlayabilmek için felsefî ve mantıklı bir bakış açısı da geliştirmemiz çok önemlidir. Ancak bu analitik düşünceyi gerçekleştiremeyen kimseler, sadece bildikleri her şeyin üstüne biraz daha bilgi eklemeyi yeterli sanarak yapmış oldukları biçimsel yazarlığı bilim ilan ediyorlar. Tarihçilerin kuramsal düşünmeyi öğrenmesi gerekiyor. Kuramsal düşünebilmek için ise diğer disiplinlerin verilerinden faydalanmak şarttır. Ayrıca mantık disiplini ışığında olaylar arasında bağ kurmayı öğrenmeleri de gerekiyor. Bunu yapamayanların ise en azından bilim adı altında yapılan bu yanlışlıkların farkında olması lazım. Şu anda tarihçilerin ve akademideki süslü unvanlara sahip sözde bilim insanı olan tarihçilerin yaşamış olduğu zihinsel çöküş, insanlığı ve medeniyeti anlamak isteyen herkesi bir karmaşaya sokmaktadır. Çünkü tarihçiler çoğu zaman kendi ideolojilerinden, dünya görüşlerinden ve resmî devlet ideolojilerinden sıyrılamamaktadır. Kendi fikirlerini dayatmakla kalmayan bu kimseler, aynı zamanda geçmişin derinliğini yok sayarak tarihi yüzeysel bir süreç hâline getirmekte ve olayların karmaşıklığını anlayabilmek için gereken multidisipliner bakış açıları yerine kendi tarihsel illüzyonlarına karşı disiplinin önemini hiç etmektedir.

Bu durum kabul edilebilir bir şey değildir. Eğer tarihsel bir dönüşüm yaratarak insanlığı ve medeniyeti anlamak istiyorsak, tarih disiplininin çok daha ciddi bir şekilde ele alınması ve felsefî olarak sorgulayıcı bir şekilde olayları irdelemesi gerekiyor. Bunun yapılabilmesi için en başta tarihçilerin kendilerini beşerî bilimlerin tamamında geliştirmesi ve düşünceyi özümsemesi gerekiyor. Daha sonrasında ise doğa bilimlerinin ve sosyal bilimlerin verilerinin de dikkate alınması ile araştırma yöntem ve metotları geliştirilmesi gerekiyor. Fakat bu yöntemler basit bir karbon-14 analizine indirgenemeyecek kadar karmaşık ve multidisipliner olmalıdır. Tarih yazıyla değil, insanlık türünün ortaya çıkışı ile başlamaktadır. Zaten bu bakış açısı dahi, tarih denilen şeyin ne kadar karmaşık olduğunun ve anlaşılması için diğer bilim dallarına ve disiplinlerine ne kadar muhtaç olduğunun bir ilanıdır.

Bugün bizim tarih dediğimiz şey ise sadece bu türün icat etmiş olduğu yazıyı içeren metinleri inceleyen bir disiplindir. Arkeoloji, antropoloji, etnografya ve evrimsel biyoloji gibi diğer tarihsel bilimler ise insanlık döneminin yazılı dönemi ile yazısız dönemlerinden başlayarak bütünlüklü olarak konuyu ele almakta ve tüm türün tarihini incelemektedir. Tarih biliminin evrimsel biyoloji, antropoloji, arkeoloji ve jeoloji gibi bilimlerle ve adını burada saymadığım ihtiyaç olunan diğer disiplinlerle bütünleşerek doğa bilimlerine ve sosyal bilimlerine entegre bir şekilde insanlığın evrimsel ve tarihsel çizgisini anlamaya yönelik ciddi bir katkı sunabilmesi ve kendisini bu yönde geliştirebilmesi gerekiyor.

Araştırmacı-Yazar

Mehmet Hüseyin Arslan



 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Yorum Gönder (0)
3/related/default